Taht Oyunları (Game of Thrones) adlı dizinin bitmesinin üstünden neredeyse iki hafta geçti. Dizi hakkında gazetelerde değil ama sanal ortamda çok şey yazıldı çizildi.
Bu köşeyi okuyanların büyük kısmının Taht Oyunları dizisinden haberdar olduğunu varsayıyorum, ancak bilmeyenler için yine de özetlemek gerekirse, Taht Oyunları’nın ABD kanalı HBO tarafından yayınlanan, dünyanın gelmiş geçmiş en ünlü dizilerinden birisi olduğunu söyleyebiliriz. Bu kadar uzun süre sabırla beklenen başka bir dizi var mıdır bilmiyorum; zira dizinin toplam 73 bölümden oluşan 8 sezonu 8 yıla yayılarak yayınlandı, bazı sezonlar arasında 2 yıla yakın süre vardı. “Biz Taht Oyunları’nı nasıl izleyebiliriz?” sorusuna gelince, internet üzerinden yayın yapan pek çok dizi-film platformunda, Digitürk gibi ücretli kanallarda, hatta youtube’da bulmak mümkün.
Game of Thrones gelmiş geçmiş en ünlü dizi dedik; ama aslında hikayesi çok klasik, geçmişte bir zaman diliminde, dünyanın farklı coğrafyalarında hüküm süren ailelerin yani hanedanların taht mücadelesi üzerine kurulu. Dizide, bol efsane, bol mit ve destansı anlatım mevcut. Eh dizinin uyarlandığı Buz ve Ateş’in Şarkısı adlı kitabın yazarı George R. R. Martin’in böyle şeyleri sevdiğini zaten başka işlerinden de biliyoruz.
Hem bütçesi, hem süresi, hem hikayesiyle her bölümü başlıbaşına sinema ayarında olan dizinin 8 sezonunu, bu sütunda ve bir çırpıda özetlemek elbette mümkün değil, ama kısaca hikayenin Stark’ların, Lannister’ların, Baratheon’ların ve Targaryen’lerin çevresinde döndüğünü söyleyebiliriz. Dizinin açılışında, Kuzey’de Stark Hanesi yani Stark hanedanı, duvarın ötesinden gelecek tehlikelere karşı kış mevsimine bekçilik ederken, daha güneydeki Yedi Krallık başkentinde Baratheon hanesinden Robert oturmaktadır.
Ama tıpkı ağzından ateş saçan ejderhaları ve gümüş rengi saçlarıyla ünlü Targaryenlerin hayatı nasıl trajik şekilde sona ermiş ve Daenrys dışında soyları kuruma noktasına gelmişse, aynı kaderden ne Baratheon’lar ne de Baratheonlar’ın ardından tahtı yarı zorbalıkla ele geçiren Lannister’lar kurtulamayacaktır. Zaten dizinin sonunda da , insanları hırstan deliye döndüren Demir Taht; Deanerys’in ejderhası Drogon tarafından sahibesi öldükten sonra eritilerek yok edilecektir.
Ejderhaları ve başlarında Gece Kralı’nın olduğu buz mavisi gözlü AK Yürüyenler adlı ölü ordusunu saymazsak, Taht Oyunları’nın ortalama bir fantastik-epik diziden, neredeyse farkı yoktu. Peki nasıl oldu da, ı fenomen haline geldi? Bana kalırsa bunun nedeni, dizi ekibinin daha ilk sezonda bütün ana karakterleri patır patır öldürerek seyirciye yaşattığı büyük şok ve hayal kırıklığında yatıyor. Öldükten sonra bile geride kalan karakterlere ilham kaynağı olacak denli yiğit, dürüst, onurlu bir başvezir olan Eddard Stark’ın boynunu, ergenlik yaşında başına taktığı krallık tacını taşıyamayarak bir zorbaya dönüşen Joffrey’in vurdurması, seyircinin algılarını bozmak anlamına geliyordu zira.
Sadece bu da değil, hem Joffrey’den babasının intikamını alacağına, hem de Kuzey’in kralı olacağına kesin gözüyle bakılan, Eddard’ın yakışıklı, iyi kalpli, dürüst oğlu Robb, annesi lady Catelyn’le birlikte öylesine korkakça bir pusuyla canından oldu ki, “bu kadarı da yapılmazdı artık”. Bana kalırsa seyirciyi bu diziye bağlayan sebeplerden ilki öngörülemezlikse, ikincisi de dizide harcanamayacak hiçbir karakterin olmamasıydı.
Yani, Game Of Thrones tıpkı hayat kadar acımasız, hayat kadar saçma ve hayat kadar adaletsiz bir akışla ilerlediği ve kalpleri kıra kıra iz bırakmayı başarabildiği için seyircinin dikkatini çekti. Dizide hiçbir karakter yoktu ki “hikayeyi götüren bu, ölemez” diyebilelim. Hayır, Taht Oyunları’ndan kimin neyle sınanacağı da, ne zaman öleceği de belli değildi.
Nitekim, dizinin sonu bambaşka bir şoktu. Sekiz sezon boyunca seyircinin, yedi krallığı yönetmeye en uygun aday olacağına inandırıldığı Jon Snow, yani Eddard Stark’ın kızkardeşi Lyanna ve Rhegar Targaryen’in oğlu olan Aegon Targaryen; alçak bir suikastçiye dönüşerek henüz Yedi Krallık’ın kraliçesi olmuş sevgilisi Daenerys’i kalbinden bıçaklayarak öldürdü. Adi bir şekilde, Daenerys’in ölümü hak ediş sebebini yüzüne söyleme zahmetine bile girmeden, seviyormuş gibi yaparak, daha da kötüsü dolduruşa gelerek. Elbette bu durumda Jon’un Kral filan olması beklenemezdi, kürkçü dükkanına kuzeye bekçilik etmeye geri döndü. Bir konsorsiyumla yönetilmeye başlanan yedi krallık tacını ise Eddard Stark’ın kötürüm oğlu Brandon taktı.
Ki Brandon dizinin 2011’deki ilk bölümlerinde yüksek kuleden aşağı itilerek sakat bırakılmış, yürüme yeteneğini kaybetmiş ama mistik birtakım donatılar edinmişti. Brandon, sonunda geçmiş ile geleceği görme yetisi kazanacağı bir seyahate çıkarak Westeros’un hafızası ve kahini olmuştu. Dizinin sonunda yedi krallığın başına Brandon’ın geçmesi, “gelmiş ve geçmişi biliyorsa, krallığı yolunda binlerce masum insanın telef olacağını da biliyordu demektir, neden engel olmadı” şeklinde homurtulara neden oldu.
Daenerys’in dönüşümü de tuhaf. Westeros’un AK Gezenlerden kurtulması için Jon’a yardım eden, bu yolda ejderhasını kaybeden, doğuda köleliği kaldıran, adaletli, merhametli Kraliçe olarak tanınan Daenrys, nasıl oldu da Cersei’nin tek atımlık kışkırtmasıyla koca şehri, içinde çocuklar, kadınlar ve yaşlılar olduğu halde alev topuna çevirerek, hayatı boyunca benzemekten korktuğu babasına, “her şeyi yak” diye bağırarak dolaştığı rivayet edilen “Deli Kral’ın kadın versiyonuna dönüştü. Tıpkı Jon Snow’un sinsi, alçak, sevimsiz bir katile dönüşmesinin beklenmemesi gibi, Daenrys’in delirmesi de hesaplanmış bir durum değildi. Yani, hep ters köşe, hep öngörülemezlik, hep hayal kırıklığı. Game of Thrones’un numarası buydu sanırım.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.