Metin Akpınar vesilesiyle bir kez daha gördük, akademisyeninden medya mensubuna, oyuncusundan mizahçısına bu ülkenin kültürel ve sanatsal iktidarına sahip olduğunu düşünen aydınların; idamla tehdit etmeden, darbeyle korkutmadan, ayağından asma örneğini vermeden, mahzenlerde zehirlenerek ölmeyi hatırlatmadan hükümet ya da Erdoğan eleştirisi yapabilmeleri imkansız. Hiçbiri ama hiçbiri Menderes’in sonunu, merhum başbakanın adını da anarak bir sopa gibi kullanmadan bir cümle kuramıyor. Ağızlarından çıkan hakaretlerin ise bini bir para. En hafifi “haddini bil”, diye başlıyor.
İşin kötüsü bu aydınların argümanları ve davranışlarını birebir taklit eden, bu aydınlar eliyle çok kolay mobilize ve manipüle olan kitle de giderek gerçeklikten kopuyor. Bu tespiti ilk olarak, her kaybedilen seçimde oyların çalındığı yolunda tezvirat yaparak bir anlamda ortak psikolojilerini rahatlatanları, ardından geçtiğimiz 24 Haziran seçimleri gecesi Muharrem İnce’nin kaçırıldığı yolunda yapılan haberleri izlerken yapmıştım. Geçtiğimiz günlerde, Yılmaz Özdil’in yazdığı Atatürk kitabını hüngür hüngür ağlayarak imzalatan gençliği ve onlarca benzer manzarayı görünce, emin oldum.
Metin Akpınar, Müjdat Gezen, Uğur Dündar, Mine Kırıkkkanat ya da diğerleri, sadece demokrasi diye başladıkları konuşmalarını seçilmiş Cumhurbaşkanı’na idam ipi sallayarak, Onu seçen kitlelere hakaretler ederek bitirmiyor yani; çelişkiden başı dönmüş, destekleri zihniyetin siyasi olarak biteviye yenilgi yaşamasından dolayı neye uğradıklarını şaşırmış kendi kitlelerini de ruhen ve kafaca istikrarsız hale getiriyorlar.
Bu tür aydınların iktidarın egemenliğini sağlamaya memur olduğu sanılırdı. Bu aydın sınıfı, toplumun alt yapısını üst yapısına bağlayan ve “tarihi blok”a egemenliğini garanti eden ögeler olarak tasnif edilirdi. Yani temelde aydınlar, “tarihi blok”a diğer deyimle iktidar kaynağına bağlı olmasına rağmen, topluma da yakın gözüküp, verdikleri ürünlerle kitlelerin hegemonyaya boyun eğmesini kolaylaştıran bir zümreydi.
Oysa günümüzde o eski “tarihi blok”un yerinde yeller esiyor; mesela ordu çoktan yapması gerektiği gibi kışlasına çekildi, seçilmişleri frenleyen siyasi- kurumsal mekanizmalar son 16 yıl içinde bir bir normalize edildi; başka unsurlar da durmaları gereken sınırlara geri çekildi. Ama hele de kültür ve sanat alanında bulunan aydınların son zamanlarda işlerin biraz değiştiğinden hiç haberi yok gibi…
Hala ağızlarını açtıkları her konuşmada darbe sevicilik, asker özleyicilik yapıyor; eski totaliter/otoriter rejimin bir gün geri döneceği ihtimalini beklemekten hiç yorulmuyorlar. Onları destekleyen zümrenin içinden geldikleri için, o platformda oldukça popüler olmalarına rağmen, yaptıklarının ya da söylediklerinin günümüzde reel şartlar içerisinde hiçbir karşılığı yok aslında. Ama kendi sosyolojileri arasında öylesine parlak bir çekicilik gücüne sahipler ve o kadar kuvvetli alkışlar alıyorlar ki, bu hengame içinde gerçekliği görebilmelerine imkan yok. Elbette bu körlüğün bir nedeni de, geçmiş dönemlerden kalan psikolojik tutumları (kibir, kendini beğenme vb.) ve kast zihniyetindeki dayanışma sisteminden hala vazgeçememiş olmaları.
Durum böyle olunca, ortaya sosyolojik olarak hastalıklı, oturulup konuşulması ve herhangi bir konuda konsensusa varılması imkansız bireyler/gruplar çıkıyor.
Metin Akpınar’ın sözlerinin hakaret olup olmadığı, tehdit içerip içermediği tartışılıyor bugünlerde, Müjdat Gezen’in Başkan Erdoğan’a yönelik “haddini bil” sözlerinin suç teşkil edip etmeyeceği araştırılıyor. Bunun Akpınar ve Gezen için; onları sevenler için önemi vardır elbette ama bendeniz ve benim gibi düşünenler, o sözler hukuken suç kapsamına girsin ya da girmesin; onların istediklerinin demokrasi, özgür düşünce olmadığını biliyor.
Keşke talep ettikleri şeyler, bilgi alma ve verme hakkı, anlatma imkanı, kültüre katkıda bulunmak konusunda birtakım haklara ve eşitliğe sahip olmak olsaydı.
Keşke demokrasi kapatıcısını kullanarak aslında darbe özlemini ifade ediyor olmasalardı.
Keşke polarizasyondan kurtulmanın tek yolunu, vesayet düzeninin geri gelmesi olarak görmeselerdi.
Keşke bireylerin özgür iradesi derken de, sadece kendileri gibi olanları kastetmeselerdi.
Keşke Erdoğan’ı vesayeti alaşağı ettiği için değil; bu ülkeye daha fazla hizmet etmesi gerektiği yönünde eleştirselerdi.
Ama öyle değil, bunu hepimiz biliyoruz, değil mi?
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.