Hem Cumhurbaşkanı Erdoğan son birkaç gündür yaptığı çeşitli değerlendirmelerinde sık sık değindi, hem de AK Parti’nin 31 Mart Yerel Seçimleri Manifestosu’nda yeraldı. Buna göre birincisi, AK Parti önümüzdeki dönemde kentsel dönüşüm konusundaki adımlarını daha hızlı atacak, ikincisi de dikey mimariden yatay mimariye dönüş yapılmaya çalışılacak.
Bırakın İstanbul’u; arsa sorunu olmayan, rant gibi bir problemi de bulunmayan Orta Anadolu’nun hektarlarca bozkırları bulunan dümdüz, geniş şehirlerinde bile en az 10’ar 15’er katlı konutlardan oluşan ve bana sadece gülünç gelen yapılaşma biçimine bakılınca; bunun ne kadar mümkün olabileceği elbette tartışılır. Kentsel dönüşümle ortaya çıkan tatlı kârın, hepsi birer köpekbalığı olan müteahhitlerin elinden nasıl alınıp da, ederinin altında bir miktara zorlanan kat sahiplerine verileceği de kocaman bir soru işareti…
Ama bu konuya geçmeden önce, AK Parti’nin ve elbette ondan önceki Refah Partisi’nin İstanbul özelindeki belediyecilik tarihini kısaca değerlendirmek gerekiyor. Bu noktada, çöp dağları ya da akmayan musluklar gibi, sosyal demokratların yüzüne çarpmak için argüman tokadı haline getirilmiş o cümleleri tekrarlayacak değilim. Ama İstanbul’da yeterince uzun süre yaşamış olan herkesin teslim edeceği gerçek şu ki, önce Refah sonra AK Parti döneminde şehrin periferisiyle merkezi arasındaki görüntü mesafesi daraltıldı.
Sözgelimi bir zamanlar Büyükşehir Belediyesi’nin ulaşım araçları sadece belli bölgelere hizmet verirdi. Pek çok ilçe belediyesi de, kendi işlettiği otobüslerle ilçe merkezinin çevresine yayılmış bulunan tenha mahalle ve beldelerine günde birkaç kez sefer düzenlerdi. Büyükşehir Belediyesi’nin ücra noktalara değil sadece ana arterlere hizmet veren otobüsleri kırmızıysa, bir başka ilçe belediyesinin otobüsü mavi renkte olurdu. O dönem Refah Partisi’nden Belediye Başkanı seçilen Erdoğan bu görüntüyü birkaç yıl içinde ortadan kaldırdı. Ulaşım büyükşehir nezdinde tek elde toplandı. Böylece bir ilçeden diğerine gitmek istediğinde en az iki ulaşım aracı değiştirmek zorunda kalan vatandaşın hem merkeze ulaşımı kolaylaştı, hem de uzun mesafe yolculuklara getirilen indirimlerle daha ucuzlamış oldu. Şehir içinde seyahat demokratikleşti.
Öte yandan son 20-25 yıl içerisinde peyzaj çalışmalarından yollarına dek şehir standartlaştırıldı. Mesela bugün Kartal’ın üst tarafında bulunan Yakacık semtindeki bir çocuk parkıyla, Teşvikiye’deki bir park arasında ne görüntü, ne de çocukların kullanımına sunulmuş araçlar bağlamında büyük bir nitelik ya da nicelik farkı yok.
Yeni yapılan -konut ya da işyeri- binalarda da bir standartlaşma var. Yirmi ya da otuz yıl önce olduğu gibi “iki göz oda yapıp baş sokma” durumu neredeyse kalmadı. Zira işler artık eskiden olduğu gibi, arsa sahibinin malının üstüne kısıtlı imkanlarıyla kervan yolda düzülür misali parça parça odaları birbirine ekleyerek ev yapması şeklinde olmuyor; her şey profesyonelleşti, işi artık neredeyse tamamen büyük ya da küçük müteahhitler yapıyor ve müteahhitlerin yaptığı işlerde de ama asgari standartlarda işlevsellik açısından ama lüks standartlar açısından bir sınır mutlaka bulunuyor.
Eski binalarda hem görüntü hem de işlevsellik açısından hala büyük sorunlar olduğu doğru ama mesela artık, yalıtımı iyi yapılmadığı için ısınma sorunu yaşayan ya da mühendislik hatası ya da malzemeden çalma yüzünden pencerelerinden su alan yeni yapılmış konut –en azından benim bildiğim- yok. Çünkü ilçe belediyeleri denetliyor. Elbette Sefaköy’deki bir evin değeriyle Cihangir’dekinin fiyatı arasında eskiden de uçurumlar vardı, şimdi de var; ama bunun nedeni artık temel standartlar ve işlevler değil; Cihangir’deki evin rant bedelinin daha yüksek olması…
Özetle, geçtiğimiz 25 yıl içinde şehrin imkanlarının kenarda, çeperde kalmış tüm sakinlere doğru yaygınlaştılmaya çalışıldığını; henüz tamamen başarılamasa da yollarda, ulaşımda, parklarda, halka açık spor, kültür gibi çeşitli türden tesislerde, temel imkanların merkez ve çevreye hemen hemen eşit şekilde paylaştırıldığını söylersek abartmış olmayız…
Öte yandan tüm bu standartlaşmayla çelişkili gibi görünse de aynı İstanbul giderek daha da içinde yaşanmaz hale geliyor. Ne ilginçtir ki, bunun da en büyük sebeplerinden biri belediyeler. Sadece İstanbul’un kalbine bıçak gibi saplanmış bulunan gökdelenler değil, şehrin her yerine yayılmış olan dikey mimari konusu şimdiye dek bin kere filan söylendi… Tarihi alanların tarumar kelimesinin karşılayacağı derecede bozulması, kullanılacak yeşil alanların hızla tüketilmesi de ana başlıklardan bazıları…
Bunları da tartışalım, ama yerimiz bitti. Nasipse Cumaya…
İstanbul’a neler oldu?
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.