Ekrem İmamoğlu dün mazbatasını aldı, İstanbula ve İstanbullulara hayırlı olsun diyelim. Ama İstanbul seçimlerine yönelik şaibe hala sürüyor. AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Ali İhsan Yavuz, AK Parti’nin Ankara ve İstanbul İl Başkanları 1 Nisan’dan bu yana, neredeyse hergün açıklamalar yapıyor, seçimde yolsuzluk ve usulsüzlük olduğunu söylüyorlar. Yavuz’un dün yaptığı açıklamaya göre, İstanbul’da 31 Mart’ta CHP 29 bin oy farkıyla seçimi kazandığını söylerken, AK Parti’ye gelen rakamlar 3 bin 870 oyla Binali Yıldırım’ın kazandığını gösteriyordu. Bunun üzerine bu farkın nereden geldiğine yönelik üç aşamalı bir çalışma yaptıklarını söyleyen Yavuz, YSK’dan maddi hataların düzeltimi, geçersiz oyların sayımı ve bütün oyların sayımını talep ettiklerini ama sadece 4 ilçede tüm oyların sayımına, 2 ilçede de birer seçim kurulunda sayıma karar verildiğini hatırlattı.
Sadece 4 ilçede yeniden sayım, 2 ilçede de birer seçim kurulundaki sayımla bile CHP ile AK Parti arasındaki fark yarı yarıya düştü, ki rakam İstanbul’un tüm sandıklarının sadece yüzde 10’una tekabül ediyordu. Mazbata, önceki gün Ekrem İmamoğlu’na verildi ama AK Parti kurmayları İstanbul seçimlerinde şayia olduğu konusunda hala ısrarını sürdürüyor. AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Yavuz, yaptıkları olağanüstü itiraz sürecinde YSK ne karar verirse versin, konuyla ilgili suç duyurusunda bulunacaklarını söyledi.
Yapılması gereken bence de tam olarak bu, zira Türkiye’deki seçim sisteminin itibarını zedelemeye, vatandaşlarda seçime yönelik bir güvensizlik oluşmasına neden olmaya kimsenin hakkı yok. Her ne pahasına olursa olsun, İstanbul’da tam olarak ne olduğunun ortaya çıkartılması gerekiyor. Kimin belediye başkanı olacağının sahiden bir önemi yok ama Türkiye’de seçimlerin tıpkı şimdiye dek olduğu gibi bundan sonra da şaibesiz ve güvenli bir şekilde yapılmaya devam edebilmesi için, bu şart.
Öte yandan bu süreçte, AK Parti ve MHP dışındaki neredeyse tüm siyasi çevrelerden, “AK Parti itirazı bıraksın artık, CHP kazandı” yollu, sanki AK Parti’nin yaptığı mızıkçılıkmış ya da kaybetmeyi kabullenememekmiş gibi bir hava oluşturularak bir söylem kuruldu. Oysa, gerçekten bakan herkesin net şekilde görebileceği şey, seçimlere örgütlü bir elle müdahele edildiğiydi. Görülmek istenmedi, zira bu söylemi yaratan ve yaygınlaştıran kişiler AK Parti, -aslında AK Parti de değil- bizzat Tayyip Erdoğan muhalifiydi.
Muhalif olmayı anlıyorum, etik sınırlar içinde kalarak kıyasıya muhalefet eden tüm siyasi aktörlere de saygı duyuyorum. Ama bu tutum, öylesi bir halin göstergesi değil. Günlerdir bu manzarayı izliyorum, ve günlerdir, etiği hangi aşamada kaybettiğimizi düşünüyorum. Kimden bahsettiğime gelince, şu ya da bu şahıstan sözetmiyorum elbette; ama ortada çoğu kişinin politik tutumuna yön veren ciddi bir etiksizliğin ve sapmanın olduğu ortada.
Öyledir zaten, akıl belli bir amaca ulaşmak için uygun araçları seçer, o hedefe ulaşmak için oyun alanındaki bireylerin örgütlenmesi sağlanır ve hedefe giden yolda gerçekleştirilecek eylemler ahlaki değerlerle iyilik/kötülük kıstaslarıyla değil, teknik değerlerle, başarıyla ölçülür hale getirilir. İnsanların durup “ben ne yapıyorum” diye düşünmesinin önüne geçecek denli yüksek dozda güdülenme sözkonusudur. Hedefe giden yolda gerçekleştirilen eylem, birden çok kişi ve yapı eliyle gerçekleştirildiği için de, etik duygusu hiç kimsenin tek başına sorumluluğu üstlenemeyeceği biçimde kişiler arasında parçalanır. Yani, işbölümü sayesinde sorumluluk duygusunun etkinliği ortadan kaldırılır. Öyle ki, hiç kimsenin gerçekleştirdiği eylemden tek başına ve nihai olarak sorumlu olduğu öne sürülemez. Bu yüzden bütün büyük zalimlikler ve kötülükler tek bir kişi eliyle değil, çoğunlukla örgütlenilerek ve işbölümüyle gerçekleştirilir. Bu yazıda şu ya da bu kişiden, kullanılan şu ya da bu cümleden bahsetmem biraz da bu yüzden mümkün değildir.
Bilindiği üzere, modernleşme sürecinde din, dine ait kurallar ve ahlak ilkeleri gözden düştü, filozoflar ise ahlakın temellerini “akıl”la açıklamaya çalıştılar. “Akılcı olan ahlaklı, ahlaklı olan akılcıdır” şeklindeki formül, tam da bu yüzden modernlerin ürünüdür. Buna göre erdem de, duygulardan arınmak olarak formüle edildi. Oysa bu, toplumdaki “ahlak” sorununa çözüm getirmedi. Bir kere, bu durum kişiyi “kaygıdan”, “belirsizlikten” ve “araştırma ihtiyacı”ndan azade kıldı. Sonuçta ortaya, eyleminin sonuçlarını hesaba katmadan gönül ferahlığıyla sadece aklıyla hareket eden modern birey çıktı. Bu birey, neyin iyi, neyin kötü olduğuna çıkarları tarafından yönetilen aklıyla karar verir hale geldi. Daha sonra gelenler de, “etik” meselesini yasalarla çerçevelemek istedi. Ama iki yaklaşımın da dünyayı getirdiği hal ortada...
Bu konudaki tartışmalar oldukça geniş ve kapsamlı ama benim lafı uzatmadan demek istediğim şu; bireyin eylemlerinin sonuçlarıyla ilgili bizzat kendisinin duyduğu ya da duyması gereken içsel bir kaygının varolması o bireyi “etik” bir insan olmaya en çok yaklaştıran şeydir herhalde. Bu noktada, yaratılmışı çerçevelemesi gereken dini kurallarını hatırlatmayı bile zul addediyorum. Fakat ahlak politikaya boyun eğdiğinde, işlerin içinden çıkılmaz hale geldiği çoktan tescillenmiş durumda. Biz, neyi zorluyoruz ki?
İçimden geçenleri söylemek istedim, vesselam…
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.