Nusr-ET’in New York şubesinde bir müşteriye çıkartılan 41 bin dolarlık hesap haberi dikkatinizi çekmiş olmalı. Aynı New York, dünyanın her yerinden göç etmiş “homeless”larıyla, yani sokakta yaşayan insanlarıyla ünlü bir şehir. Benzer haberlere Türkiye’de de dönem dönem rastlanıyor. Mesela sezonda Bodrum’da 550 TL olan şarap-lahmacun menüsü bir dönem çok konuşulmuştu. Ve bu ilk değildi.
Tatil beldelerinde yeralan restoranlardaki 100 ya da 150 bin TL’lik hesap ücretleri, dönem dönem haber bültenlerine konu oluyor. Günümüzde orta gelire sahip hemen her aile, Ege ya da Akdeniz sahillerinde her yaz, ortalama bir hafta tatil yapabilir oysa, ama her ailenin kişi başı 550 TL’lik lahmacun menüsünden sipariş edemediği herhalde ortada.
İnsan bu konu üstünde düşünürken, sınıfsallığı, insanoğlunun tarihin başından bu yana varolan “eşitlik” talebini ve bu uğurda göze aldıklarını yeniden hatırlıyor. Daha öncesine gitmeye gerek yok, dünya tarihini keskin ve geri dönüşsüz bir kırılmaya uğratan Fransız Devrimi bile bunun için yeterli bir örnek. Kilisenin ve Krallık aristokrasilerinin yoksul halk tabakası üstündeki tahakkümünden bıkmış olan kitleler, eşitlik ve özgürlük için canlarını ortaya koyarak ayaklanmış, kudretli krallarının başını almıştı. Hatta Cumhuriyet kurulduktan sonra Paris’te tarihe “Paris Komünü” diye geçen bir birlikte yaşama tecrübesi ortaya konmuş, ama bu bilindiği üzere 1 yıldan uzun sürememişti.
Keza Türkiye Cumhuriyeti de, Osmanlı Sarayı’nın halk üzerindeki üstün ve ayrıcalıklı konumuna karşı, “herkese eşitlik” sözüyle kuruldu. Sadece Türkiye değil, aslında tüm modern devletler böyle kuruldu. Söylenene göre modern dünya, geleneksel olandan daha güzel olacaktı. Eski haksızlıklar giderilecek; eşitlik ve özgürlük tesis edilecekti.
Yalan yok, sözler hiç tutulmadı değil. Eşitsizlikler en azından görünürde yok edildi; aristokrasinin başı ezildi, sembolik bir hayalete dönüştürüldü. Yöneticisini kendisi seçmek isteyen milyonlarca insan demokrasiyle yönetilmeye başlandı. Kitlelere özgürlük sağlandı. Günümüzde herkes istediği yere gidebiliyor, istediğini yapabiliyor. Gibi gözüküyor. Ama aslında öyle değil.
Sözgelimi doğup büyüdüğü ülkede geçinemediği için olmayacak hayaller peşinde New York’a giden bir Meksika göçmeni hayatının geri kalanını “homeless” olarak geçirmek zorunda kalırken; bir başka Meksikalı turist bir restoranda akşam yemeğine binlerce dolar ödüyor. Türkiye için de geçerli aynı durum; temelde herkes tatil yapma özgürlüğüne sahip, sadece kağıt üzerinde olan bir özgürlük de değil bu, ortalama bir gelire sahip her aile gerçekten bir haftasını Bodrum’da deniz, güneş, kum üçlemesiyle geçirebiliyor. Bu noktada kabul edelim ki seyahat özgürlüğü herkesi eşitliyor. Ama gidilen yerde, derin bir eşitsizlik onları bekliyor.
Günümüz dünyasını analiz eden sosyolojide, hareket eden gezginler ya da göçmenler arasındaki bu ayrımın adı bile konulmuş durumda: Turistler ve Aylaklar. Buna göre, günümüzde sahiden de tüm bireyler hareket eder. Herkesin istediği yere gitme özgürlüğü neredeyse a-prioridir. Çünkü seyahatin kendisi ucuzlamış ve demokratikleşmiştir. Oysa bu hareketliliğin bir “yukarıdakileri”, bir de “aşağıdakileri” vardır.
Buna göre; yukarıdakiler hayatları boyunca gönüllerince gezmeye ve gidecekleri yerleri keyiflerince seçmeye doymuş insanlardır. Aşağıdakiler de gezgindir ama gezgin olmayı tercih ettikleri için değil, kendileri hareket etmese de ayaklarının altındaki toprak çekildiğinden hareket etmek zorunda kaldıkları için…
Bu iki kesim arasında neredeyse hiç iletişim yoktur. Yukarıdakiler canları istediğinde seyahat ederler, aşağıdakiler ise bulundukları yerden koparıldıkları için ya da katlanılabilecek başka seçenekleri olmadığı için seyahat ederler. Bu özgürlük ölçüm tablosunun en üstünde ve en altında ortaya çıkan deneyimler arasında kapatılması imkansız bir uçurum vardır. Tıpkı New York, tıpkı Bodrum örneklerinde olduğu gibi…
Sözün özü şu; kitleler, neredeyse insanlığın başından bu yana eşitlik ve özgürlük talebiyle ortaya çıktı. Ama bu ikisi de, tarihin hiçbir döneminde mümkün olmadı. Ortaçağ’da kilise ve krallık aristokrasileri eşitlik hayalinin önünde dururken, “eşit bir toplum” mottosuyla yola çıkan Sovyet Sosyalizmi’nde ise parti-devlet ikilisi sayesinde bir sınıfsallık oluştu ve eşitlik mümkün olmadı.
Kapitalist post-modern dünyada ise eşitliği eşitsizliğe, özgürlüğü tutsaklığa dönüştüren faktör para oldu. Üstelik, dünyanın yaşadığı tüm dönemlerle kıyaslandığında mış gibi yapma konusunda en mahir olan dönem bu. Bireylerin özgür gibi gözüküp özgür olmaması; aynı bireylerin devlet gözünde diğeriyle eşit gibi gözüküp, eşit olmaması, ancak içinde yaşadığımız dünyada sözkonusu olabildi.
Kölelik dönemlerindeki tutsaklık şartlarında yaşayıp, özgür olarak bilinmenin; aslında karın tokluğuna krallığa çalışan bir köylü gibi varolup, sermaye sahipleriyle eşitmiş gibi gözükmenin başka bir açıklaması var mı?
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.