27 Mayıs’tan 15 Temmuz’a

04:0029/05/2019, Çarşamba
G: 29/05/2019, Çarşamba
Özlem Albayrak

27 Mayıs Darbesi hakkında gökyüzü altında söylenmedik söz kalmamıştır herhalde. Belgeseller, tarih kitapları, anılar, tv programları, köşe yazıları, dosya haberler vesair... Ama yine de daha çok öğrenmek, daha çok bilmek isteriz, o döneme ait olmasına karşın yeni ortaya çıkartılmış her detayın üstüne merakla gideriz. Sanırım olanlara vakıf olmakla, her 27 Mayıs’ta yüreğimize taş gibi oturan sızıdan kurtulacağımızı vehmederiz.Ama nafile, Demokrat Parti’ye “Türkiye’yi baskı rejimine ve kardeş kavgasına

27 Mayıs Darbesi hakkında gökyüzü altında söylenmedik söz kalmamıştır herhalde. Belgeseller, tarih kitapları, anılar, tv programları, köşe yazıları, dosya haberler vesair... Ama yine de daha çok öğrenmek, daha çok bilmek isteriz, o döneme ait olmasına karşın yeni ortaya çıkartılmış her detayın üstüne merakla gideriz. Sanırım olanlara vakıf olmakla, her 27 Mayıs’ta yüreğimize taş gibi oturan sızıdan kurtulacağımızı vehmederiz.



Ama nafile, Demokrat Parti’ye “Türkiye’yi baskı rejimine ve kardeş kavgasına götürdüğü“ gerekçesiyle yapılan darbenin detaylarını öğrenmeye başladıkça iyiye gitmez hiçbir şey. Kaşıdıkça kabuğu soyulmaya, iyileşmeye yüz tutmuşken kanamaya; sonra tekrar kaşınmaya başlayan bir yara gibidir bu. Ve herhangi bir iyileşme ihtimali yoktur, zira o darbede Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan darağacında ipe çekilmiştir, çoğumuzun için yakan, bitimsiz dert budur.

Bizden bir önceki kuşağın çocukluk dönemlerine denk gelmiş 60 darbesi, annelerimiz babalarımız bile pek iyi hatırlamıyor olabilir yani; ama büyükanneler ve dedeler eğer hayattalarsa mutlaka bilir. Fakat tuhaf, bilirler ama onlar da hiç bahsetmemiştir 27 Mayıs’tan, neler olduğunu merak etseniz, ısrarla sorsanız dahi, belki acılı bir ah ediş, üzüntülü bir iç çekiş dışında, ne ses ne nefes çıkmıştır ağızlarından.

27 Mayıs’tan 20 yıl sonra 80 darbesi geldi, yıllarca bu darbenin sonuçlarıyla mücadele etmek zorunda kaldı Türkiye; onun öncesinde ve sonrasında irili ufaklı muhtıralar, darbeler yaşandı. Sivil toplum pek çok muhtıraya, darbeye karşı çıktı, tepki gösterdi. Darbeler hakkında konuşmak gerekiyorsa konuşuldu. Ama ben yıllardır hangi büyüğe sorsam, 27 Mayıs için yapılan sadece susma eylemiydi, Seneca mıydı “büyük acılar sessizdir”, diyen; benim tanıdığım yaşlı insanlar arasında 60 Darbesi’nden, Başvekil’in akıbetinden konuşmamak üzerine gizli bir konsensus var gibidir. Bir de zihne çakılı fotoğraf; Menderes ve iki Bakanın darağacında sallanan ölü bedenleri.

O yıllara yetişmişlerin bu genel suskunluğunun nedenini; belki oy verdikleri, belki destekledikleri, ya da desteklemese bile en azından darbeyle indirilmesine taraftar olmadıkları Başbakan Menderes’e yapılanlara –onu ipten alamayacaklarsa bile- tepki göstermemiş, gösterememiş olmanın pişmanlığıyla açıklıyorum ben. Sanırım 27 Mayıs darbesine, darağaçlarına karşı ses çıkarmak, farz-ı kifaye gibiydi; birisi yapsa herkesin üstünden kalkacak sorumluluk kimse yapmadığı için herkesin boynuna çökmüş gibidir.

Diyeceğim şu; Yassıada’da mahkeme adı altında sergilenen çirkin, aşağılık tiyatroyu izlemek zorunda kalmanın taş gibi ağırlığını neredeyse 60 yıldır içinde taşıyor bu ülke. Menderes seçmeni bir vatandaşın, Onun idamına karar verildiği hükmünü radyodan duyduğunu ve ne hissettiğini anlayabilmek çok zor olmasa gerek. Yassıada’da olanlar olurken, Adnan Menderes’i destekleyen yüzbinlerce belki milyonlarca vatandaş, en azından sokaklara dökülüp sesleri çıktığınca, dilleri döndüğünce, güçleri yettiğince bağırmak istemiştir herhalde. Ama kimse bağıramamış.

Elinden gelebilecek olanı, bir sebeple, bir biçimde yapamadığında sonradan kalbe çöreklenen derin pişmanlığın önce bir kedere, sonra da ağzını bıçak açmaz bir suskunluğa dönüşmesi gibi, Menderes’in idam kararına yeterince karşı çıkamamış olmak da mahcubiyete –asıl mahcup olması gereken darbeciler olmasına rağmen- sürüklemiştir insanları herhalde bilmiyorum.

Bildiğim 15 Temmuz gecesi, sokağa çıkıp hiç tanımadığımız binlerce insanla birlikte havaalanının girişini kapatmış tanklara doğru yürürken, orada bir tank ateşine ya da kör kurşuna kurban gitmek ihtimalinin hiç kimseyi korkutmadığıydı. Çünkü koruduğumuz; bizim seçme hakkımızdı, iyi kötü oturmaya başlamış demokrasi geleneğimizdi, koruduğumuz “sıksan şüheda fışkıracak toprağıyla” bizim ülkemizdi.

Çünkü istediğimiz; darbeci zihniyetin, elinde silah var diye demokrasi geleneğini inkıtaya uğratabileceğini sanan kibirli askeri bürokrasinin, millete nizam vermeye doyamayan demokrasi dışı güç ve odakların kendi sınırlarına geri çekilmesiydi.

Üstelik, Türkiye, çok partili sisteme geçiş denemesinin ilk yıllarında bir Başbakan’ını vesayet zihniyetine kurban vermiş ve bunun acısını ortak duygu damarlarında hep hissetmiş bir ülke. O pişmanlık milletin belleğinden neredeyse 60 yıldır atılamamış. Durum buyken o gece ölümle burun buruna gelen Erdoğan’ın, vatandaşları darbecilere karşı koymak için sokağa davet etmesi elbette karşılık bulacaktı. Yoksa 60 yıldır içten içe Menderes’e yanan bu toplum, bimbilir Erdoğan’a kaç asır ağlardı…

#Türkiye
#Adnan Menderes