ABD, daha doğrusu Biden yönetimi, 75’inci yıl kutlamalarının da yapılacağı NATO zirvesini, yaklaşan Başkanlık seçimlerinde ‘kampanya’ taşeronu olarak kullanacak…
Amerikalılar bu tür çiğlikleri normal görürler; içeriye, “Avrupa’yı ve NATO’yu bir arada tuttum (aslında, ‘zorla hayatta tuttum’ demektir), ekonomiye savaş/silah üzerinden katkı sağladım, Ukrayna’da zafere yürüyorum, Çin de ikinci dönemimde nasibini alacak” denilerek propaganda/gençlik serumu verilecek. Bu lafları yutan ülkeler de, ‘figüranlığa’ devam edecekler…
Amerikan kamuoyunda karşılığı ne kadar olur bilemeyiz. Zaten ana gündem bu değil. Onlar, Başkan Biden’ın Parkinson olup-olmadığıyla, haliyle Trump’a karşı ayakta durup-duramayacağıyla daha çok ilgileniyorlar. Beyaz Saray’ın NATO zirvesinden iki gün önce yaptığı, “Parkinson, demans falan yok” mealindeki açıklaması da ispatı…
İçerisi böyleyken, dışarısı da, Trump’ın Başkan olması durumunda şimdiye kadar Biden yönetimine yasladıkları arkalarının akıbeti için endişeliler…
ÜYELERİN DURUMU DA BİDEN GİBİ…
Zirvede NATO’nun “savaş haline hazırlık” çalışmalarının yükseltileceği,
karşı planların imzaya açılacağı, askeri hazırlık, para ve mühimmat taleplerinin üyelere siyasi ve ekonomik ‘zam’ olarak yöneltileceğinin taslak bildiriye girdiği yönünde güçlü haberler var…
Oysa üyelerin durumu da biraz Biden’a benziyor…
Trump’ın kazanması halinde ortaya çıkabilecek dünya halinin yaratacağı kaygı paniğe evrilirken, üst üste yaşanan seçimlerde ortaya çıkan tablolar, örneğin
ve
gibi ülkelerdeki düşündürücü sandık sonuçları ve olası siyaset değişiklikleri, NATO gibi Batı çatısının paydaşı olan AB’de dönem başkanlığına Çin ve Rusya’yı ziyaretle başlayan Orban krizi, yine NATO’nun en güçlü ordularından birine sahip Türkiye’nin,
ve
zirvelerinden NATO’ya anca yetişmesi, vs…
BİDEN: ‘NATO, RUSYA’DAN UZUN YAŞAYACAK’…
Kim bilir? Ama Amerikan basını, ‘öyle olsa bile Biden göremeyecek’ diyor…
ABD Başkanlık seçimlerini saymazsanız, NATO zirvesi 2024 yılının en kritik olaylarından biri olarak takvime işlenmişti. Fakat sonuç bildirisine ne yazılırsa yazılsın, imzalar ne denli sessiz sedasız atılırsa atılsın,
küresel ölçekte yaşanan, Batı’yı da bütün olarak kuşatan ‘stratejik muğlaklık sisini’ kaldıramayacak…
Sadece NATO özelinde bile düşünsek, örneğin
NATO üyesi olmayan Avustralya, Japonya, Güney Kore, Yeni Zelanda
gibi ülkelerin, ‘NATO dostları’ olarak zirveye çağrılmaları sadece diplomatik jest olarak görülmüyor diğer ortaklar tarafından;
NATO’nun Pasifik’e yüzdürülmesi
olarak da algılanıyor. Sanki Ukrayna’da/karada yürüyebilmişler gibi…
Kaldı ki, NATO zirvesi nedeniyle Doğu’daki devinimler kesilmiş de değil; daha bu satırlar yazılırken,
Rusya Devlet Başkanı Putin ile Hindistan Başbakanı Modi
’nin verdiği ‘samimi’ pozlar,
arasında, ‘asla olmaz’ denilen, sınır anlaşmazlıkları için müzakere masası kurulacağını ilişkin karar, ‘imkânsız’ mertebesindeki,
Rusya-İngiltere ‘görüşmeleri
’ yeni dünya düzeninin loş mahfillerinde fısıltıyla konuşuluyordu…
Batı, Pasifik’te yukarıda yazdığımız adımları atarken, ASEAN ülkeleri içinde
Endonezya, Malezya, Tayland ve Vietnam’ın BRICS’e başvuruları
, Suriye denklemindeki normalleşme adımları ve bunu desteklediği söylenen bir grup Ortadoğu ve Doğu ülkesinin mevcudiyeti de gel-git tablosuna eklenebilir…
Dışişleri Bakanı Sayın Fidan’ın Çin ziyareti ve açıklamaları ile bunu takiben Çin araçlarına ertesi gün getirilen ek vergi zıtlığı ne demektir diye düşünülürken, dünyanın en büyük elektrikli araç üreticisi Çinli BYD’nin Türkiye’ye milyar dolarlık yatırım yapacağının ilanı ya da Amerikan popüler/dijital yayın kanalı, ‘The Hill’in
“önümüzdeki 25 yıl içinde NATO hâlâ var olacak mı”
manşetleri de ‘vay canına’ dedirten haberler sırasına girebilir…
Üstelik bunların çoğu son bir kaç günün, bilemediniz haftanın işleri. Yerküre işlerinin öngörülemezliği sadece belirsizlik döneminden geçildiği için değil, “öngörenler”deki kuraklıktan da kaynaklanıyor…
Nitelikten değil nicelikten de bahsediyorum. Dünyanın durumunu sabitlemeyi, varacağı yeri kestirmeyi iç rahatlatıcı biçimde yaptıktan sonra, “ne/nasıl yapılması” gerektiğini de bihakkın yerli yerine oturtan akıllar az. Gerçek bu maalesef…
40’lı yıllarda Sovyetler Birliği’nde görevli bir Amerikan diplomatı olan
’ın Washington’a yazdığı
(1947), etkileri bugüne kadar süren Batı merkezli politikaları, Soğuk Savaş’ı gördü, inşa etti ve hatta sonunu sezdi. Düşünün,
i’nin ortaya çıkmasını sağladı ve
’nı besledi. Daha ileri giderek, Amerikan dış politikasının yanlışlarını işaret ederek, ki bugünkülerin neredeyse aynısıdır, kariyerinin sonunu da hazırladı. Dış politikayla, dünya halleriyle az-çok ilgilenen/meraklı herkes bu telgrafı en azından duymuştur…
Bugün de böyle bir tepe okumaya ihtiyaç var. Güvenlik veya uluslararası ilişkiler tespitlerini aşan, ekonomi, kültür dahil entelektüel yaklaşım getiren,
cesur, yanlışları da olacaktır ama geneli kapsayıcı akıl mürekkebiyle insanlık hırslarına gem vurup, yol açan düşünceler gerekiyor…
Uzun Telgraf ya da bir başka formuyla ‘X makalesi’, parlak stratejiler ve bilgiler içeriyor, yol da kuruyordu ama bunun nasıl istismar edileceğini göremedi…
Küresel stratejik muğlaklığı aşacak böylesi vizyon denemesi, ‘dünya 5’ten büyüktür’ ile zaten başlığı atılmış kavrayış, Türk Dışişleri’nden çıkabilir!..