Bir an durup aynaya baktığımızda, Türkiye’nin, iki ülkede, Irak ve Suriye’de aynı anda, terör-süper güç bileşenlerinin vurulduğu sınır ötesi harekât sürdürdüğünü, üstelik akla gelen-gelmeyen her çeşitten unsurun da bu fırsattan istifade, kimle derdi varsa hesap kapattığını izliyoruz…
Bu aşağısı. Doğu’da durum; kaç kere kazanırsanız kazanın bitmeyen bir savaş gibi; Ermenistan mücadelesini Avrupa’ya taşırken, başta Fransa olmak üzere bazı mahfiller de,
yeni ve hibrit bir terör figürü yaratmaya
vaziyet ediyorlar. PKK+ASALA benzeri bir yaratığın doğum sancılarını izliyoruz! Malûm DNA’ları aynıdır…
Paris son dönem o kadar Türk dayağı yedi ki, Afrika’nın faturasını zaten bize kesmiş durumda, bir de kapısına bağladıklarını, PKK-Ermeni terör örgütlerini dövüyoruz, Macron da Fransız tarihine kara leke olarak geçiyor…
Bir de, hâlâ işler sandıkları adi ayak oyunları sürüyor; Avrupa Siyasi Topluluğu’nun İspanya buluşması vesilesiyle,
Fransa-Almanya-AB-Ermenistan-Azerbaycan l
iderlerini bir araya getirip, “yüzlerine karşı”
okuyacaklardı…
Bakü oyuna gelmedi; “Türkiye nerede” deyince, “O olmaz” yanıtını aldı, “siz kendi aranızda oynayın” deyip masadan kalktı. Tabi AST’na katılacak Ankara da aynı anda…
Doğu’da iş bu kadarla kalsa iyi. İran da, Zengezur koridoru üzerinden gelişen kriz karşısında iyice tatsızlaşıyor…
TAHRAN’IN JEOPOLİTİK KARATI?..
En taze, Cumhurbaşkanı Reisi’nin ağzından duyulduğu üzere, Azerbaycan-Ermenistan savaşının çıktılarını kabul etmekte zorlanıyorlar. Kabaca ve dahi onlara göre; Zengezur’un hayata geçmesi, ülkenin
Kafkaslar’la bağlantısını, o da bir şey değil, Avrupa ile yolunu kesiyor…
Hatta bu da bir şey değil,
Çin’in gözündeki itibarını düşürüyor.
Oysa İran’ın son dönem yükselen jeopolitik karatı Rusya ve Çin desteğinden geliyor. Bu yüzden, uzun süredir bölgeyi değerlendirirken, ‘Türkiye-İran sınırı, aynı zaman Çin sınırıdır’ metaforunu kullandık hep…
Tahran, işbirliği fırsatlarını daha
düşünmeli. Azerbaycan-
Türkiye-İsrail/ABD üçgeninin
altını biz çizmiyoruz, kendileri çiziyor…
Hâlâ Doğu’dayız. Bir süredir
’dan Batı yönelimli açıklama ve adımlar geliyordu. ABD açısından bu hattın Batı’da kalması gerekiyor ve yetmez, Karadeniz’in de Batı lehine, Rusya aleyhine düşmesi lazım…
Son günlerde Karadeniz’de artan askeri hareketlilik sadece Ukrayna savaşı yüzünden değil. Terazinin karşı kefesi yok. Tehdidin Ruslar da farkında. Bu yüzden donanmalarının pozisyonunu baştan kuruyorlar ve Gürcistan’ın Karadeniz sahilinde
yeni bir askeri üs kurma kararı aldılar.
Bunlar hep karşılıklı adımlar. Herkes açık arıyor, açıklarını yamıyor….
YA BATI CEPHESİNDE YENİ BİR ŞEY OLURSA…
Kafkaslar ve Batı Asya’ya dönebilmek için ABD/Batı tüm kapıları Rusya’nın elinin dolu olmasını fırsat sayarak zorlarken, Balkanlar’da durum tersi…
Sadece sahada değil. Örneğin Kosova-Sırbistan bölgesinde bir başka felaketin kapısından dönülürken, Ukrayna savaşına yönelik Avrupa isteksizliği her geçen gün artıyor.
Üzerine, Amerikan tarihinde ilk defa, ABD Kongresi’nin Temsilciler Meclisi kanadı başkanının düşürülmesi ve yerine Trump’a yakın, Ukrayna’ya uzak bir vekilin etkili olması Washington’u karıştırmış durumda. Seçim yılına yürünürken, Kiev’e yapılan yardımın ciddi biçimde sakatlanması riski bulunuyor. Avrupa ülkeleri de “kan kokusunu” almış görünüyorlar.
GÜCÜN SAĞLAMASI: VURDUĞUNUZ YERDEN DEĞİL UZAKTAN GELSİN SES!
Etrafınızda yüksek stratejik risk üreten ilk çembere, hem de aynı anda ve bu şartlar altında müdahalede bulunmak nasıl bir şey?
İki sebebi var; birincisi ordunuz güçlü. ‘Zamanın ruhu’ biraz öyle, ‘geçiş’ güvenli olmalı, asker lazım. Vurduğu yerden ses getirecek ama asıl bir yeri vurduğunda başka yerden daha çok gelecek…
E maşallah, vurduğumuz yerden de uzaktan da çok ses çıkıyor ve yaptığımız işin sağlaması da budur. Tek kurşun sıkıyorsunuz, iki-üçü birden devriliyor.
İkincisi ise küresel konjonktürün, ‘
olağan şüphelilerin’ canına okumasıdı
r. ABD’nin de, Avrupa’nın ayak sürümeleri isteksizlerinden değil artık. Baya baya topallıyorlar.
‘NÜKLEER SAVAŞIN KAZANANI OLMAZ’, YANLIŞ, OLABİLİR!..
Türkiye’nin Irak ve Suriye’ye yönelik yıkıcı hava harekâtlarına Moskova ve Washington’un sessiz kalması/kabullenmesi, hatta, “terörle mücadelesinde Ankara’nın yanındayız” açıklaması yapmalarının sebebi,
küresel cephenin en önemli/muhkem geçidini kaybetme riskini göze alamamalarından…
Ancak küresel eşikten geçecek ve takılacakların yarattığı stratejik stres tehlikeli olmayı sürdürüyor. Süper güç didişmelerinde laf önünde-sonunda ‘nükleer silaha’ gelir ama bu kadar atıf yapılmasının sebebi, “kırmızı çizgilere” ilk kez bu denli ve sık yaklaşılması…
Perşembe günü Putin’in yaptığı açıklamalar içinde nükleer silaha yaptığı göndermeler ve aynı anda
nükleer silah denemelerinin gerçekleşmesi, “klasik nükleer silahların” mirası, “kimse kazanamaz” düsturunu aşıyor!
O SİHA’NIN ‘BEDELİNİ ÖDETİN’!..
Suriye harekâtına katılan SİHA’larımızdan bir tanesi ABD tarafından vuruldu. Çıkıp, söylediler. “Çok yaklaştı, askerlerimiz sığınaklara kaçtı, 500 metreye gelince
meşru müdafaa gereği vurduk, üzgünüz”…
‘Meşru müdafaa’ bir uluslararası hukuk ifadesi. Peki, ABD’nin Suriye’de bulunması meşru mu?
Varlığının meşruiyeti bulunmayan ülke ‘meşru müdafaa’ yapabilir mi?
SİHA, Suriye’nin olsa da vuracaklardı, o zaman ne diyeceklerdi?
ABD’nin bunu yapma keyfiliği
kaba kuvvetinden, yarattığı fiili durumdan
geliyor. Yoksa yaptığı ahlaken de hukuken de suçtur. Ama uluslararası mahkemeler ve BMGK onun.
Hadi meseleyi uzatmayalım, madem “üzgünüz” dendi, “özür niyetinedir”, uluslararası hukuk açısından
Bizim Dışişleri’nin açıklaması sanki, ‘bizde de kusur var’ der gibi. Fark etmez. Vuramazlar!