15 Temmuz’un 8’inci yılında ‘daha’ bağımsız mıyız?

04:0015/07/2024, Pazartesi
G: 15/07/2024, Pazartesi
Nedret Ersanel

Evet. Memnun muyuz, yeterli mi? Hem evet hem hayır. Çünkü mesele, ‘daha’ veya ‘tam’ bağımsızlık değil. ‘Daha’ yetersiz, ‘tam’ ise gerçekçi değil… Doğru olan, şartlarını sizin belirlediğiniz bağımsızlık tır.. Peki, tam orada mıyız? Hayır. Ama ‘yutkunmakta zorlandıklarını’ görüyoruz… Yuttuktan sonra ‘hazım’ başlayacak. Yeter ki ağızlarından içeri tıkmaya devam edelim… *** Aslında öykü şöyle başlamıştı ve 15 Temmuz ona saldırdı; Türkiye iç siyasetinde bir dönüşüm yaşanıyordu, AK Parti hükümetleri döneminde

Evet.

Memnun muyuz, yeterli mi?

Hem evet hem hayır.

Çünkü mesele, ‘daha’ veya ‘tam’ bağımsızlık değil. ‘Daha’ yetersiz, ‘tam’ ise gerçekçi değil…

Doğru olan,
şartlarını sizin belirlediğiniz bağımsızlık
tır.. Peki, tam orada mıyız? Hayır. Ama ‘yutkunmakta zorlandıklarını’ görüyoruz…

Yuttuktan sonra ‘hazım’ başlayacak. Yeter ki ağızlarından içeri tıkmaya devam edelim…

***

Aslında öykü şöyle başlamıştı ve 15 Temmuz ona saldırdı; Türkiye iç siyasetinde bir dönüşüm yaşanıyordu, AK Parti hükümetleri döneminde bu yenilenme hareketi gittikçe yayılmaya başladı. Bu “onların” zamanla fark ettikleri ve etkisinin derinliğini de tam ölçemedikleri bir yükselme dönemine doğru bağlanırken düğmeye bastılar…

Fakat köhnelikleri nedeniyle sadece Türkiye’deki iradeyi değil, bugün sonuçlarını “yeni dünya düzeni” başlığı altında izlediğimiz tüm gelişmelerin alametlerini de atladıklarından,
Türk iç siyasetindeki kabuk değişikliğiyle yerküre politiğindeki metamorfozun el ele verdiğini göremediler…

Bunu iki siklonun buluştuğu ‘mükemmel fırtına” metaforuyla da anlatabiliriz. Hem Türkiye’de tökezlediler hem dünyada toslamaya devam ediyorlar…

Batı/NATO ülkeleri içinde 15 Temmuz vakasının zirve örnek olması da odur ve şaşırtıcı değildir; çünkü onların en derine ‘nüfuz’ ettiği ya birinci ya ikinci ülke Türkiye’ydi…

***

Yerimizi kaybetmeyelim, hazmetmelerindeyiz…

Sindirimden değil, “yas sürecinin son aşamasından” bahsediyoruz…

Bilindiktir, kayıplarda, yitimlerde yasın tamamlanması gereken beş evresi bulunuyor; inkâr, öfke, pazarlık, depresyon/çaresizlik ve kabullenme…

“ABD siyasi karar alıcıları, ‘şok, inkâr ve öfke’ evrelerinden sonra artık yas dönemini geride bırakarak Türkiye’nin kaybedildiği gerçeğini kabullenmeye başladılar”… (‘Coming to terms with the loss of Turkey, 07/06, N. Dantforth-A.Stein, War on the Rocks.)

Şok AK Parti ve Erdoğan, inkâr ‘stratejik müttefik’ inancı, öfke 15 Temmuz’du!..

O zamana kadar da Türkiye’nin elden kaçırıldığı gerçeğini inkâr etmeye devam ettiler. Bugün dahi kimi ABD figürleri ‘kabulleniş’e geçememiş görünüyorlar…

Örneğin, ABD Büyükelçisi Jeff Flake’in, “Türkiye, Batı’ya güçlü şekilde çıpalanmış durumda. Türkiye ile ABD arasındaki stratejik ortaklık hiç bugün olduğu kadar güçlü olmadı” açıklaması daha dündür.

Kesinlikle yanlış. Hele “hiç olmadığı kadar” ifadesi külliyen yalan.

Fakat içinde gözden kaçırılmaması gereken bir ‘pay’ var!..

***

O pay, şartlar bir zaman tersini getirdiğinde, ABD Türkiye ilişkilerinin eski günlere dönebileceği umududur
ve ne yazık ki tamamen boş değildir! Beklentileri tecrübelerden kaynaklanıyor. Türkiye’nin “bağımsızlık arayışı”, dış politikasında konjonktüre göre salınan gelgitlerden oluştu. Soğuk Savaş dönemi bunun örnekleriyle doludur…
Bir dostun veya akrabanın yitiminde psikolojik yas evreleri, konu dış politika/ değişen şartlar olduğunda bir
gizli altıncı aşamanın
varlığına işaret ediyor; o da ‘diriliş’tir!..

Yerleşik Batı hegemonyasının uluslararası ilişkileri/teorisi, reelpolitik ve konjonktüre, öğretisine yaslanır. Mevcut diplomasi içinde bu temel nüve yaşamını sürdürüyor. Sadece elçi Flake’in duruşunda değil, Türkiye’de çeşitli kesimlerde -gazeteciler, diplomatlar, askerler, iş insanları, ‘aydınlar’, siyasetçiler vs içinde- açık biçimde kendini gösteriyor…

Bir tarafta, daha bağımsız Türkiye’nin geliştiğini gösteren ama nedense ‘şaşırılmayan’ örnekler mevcut; 24 Nisan’da bizzat ABD Başkanı’nın ağzından tekrarlanan sözde “soykırım” ifadesinin artık kimse tarafından umursanmadığı, haber bile olmadığı, İsrail’le ticari ilişkilerin tamamen kesilmesi veya ABD Başkanı ile yapılacak bir görüşmenin iptal edilmesi gibi.. Normalde “sansasyonel” bulunacak bu pratiklerin üzerinde artık durulmuyor bile. Ama hepsi bağımsızlık işaretlerinin parçası…

Büyük parçalar da var; daha yeni, Türkiye’nin hem İsviçre’deki Ukrayna Konferansı’na katılımı hem BRICS toplantısında yer alan dünyadaki “tek Batı/NATO ülkesi” olması elbette istisnai bir durum. Keza, temmuzda önce Şanghay İşbirliği Örgütü zirvesine gidilecek, sadece bir kaç gün sonra NATO liderler zirvesine katılınacak olması da öyle. Bu emsalsiz hale
taraflardan kimsenin gıkını çıkaramaması
ise herhalde ‘bağımsızlığımızın derecesi’ açısından kritik bir not…

Öte yanda ise, Türkiye’nin yaşadığı ekonomik darlanma tekrarlarında Batı ile ilişkilerin kendini yenilemesi ya da F-16’ların bir daha ve bir daha satın alınması süreçleri gibi zıt örnekler bulunuyor…

Vahim olan uçaklar değil bunların FETÖ’cü pilotları nasıl ürettiği
yani Türk milli dokusunu bozma potansiyelleri veya alım süreçlerinde resmi yayın kanallarının bile F-16 şirketinin yöneticilerine yer açmaları ya da fabrikalarının güzelliğini kendi kamuoyuna anlatmalarıdır!..

***

Peki, ‘diriliş’, dönüş mümkün mü? Risk hep var. Batıcılar/emperyalistler/ müstevliler (ki ‘salgın’ anlamı da vardır, o da uygundur), Türk- Amerikan ilişkilerinin eski formatına kavuşması için
Batı’nın hali-hazırdaki/ kalan nüfuzunu yeni tohum saymaya devam ediyorlar…

Allah’tan, “yeni küresel düzenin yas süreci” daha yavaş, zorlu. Hâlâ ‘inkârdalar’ ve ellerini bağlıyor. Daha sadeleştirmek gerekirse, Türkiye’nin “bağımsızlaşma/ arınma sürecinde” yeni küresel düzen arayışları ve çok kutuplu global mimari çizimleri hem Batı’yı engelliyor hem Türkiye’ye yeni fırsat jokerleri veriyor.

Hâsılı, bu 15 Temmuz’da Türkiye ‘daha’ bağımsız bir ülkedir. Ama “daha” yerinde duruyor…

#15 Temmuz
#darbe girişimi
#bağımsızlık