Yaşasın analar, babalar, çocuklar

04:0025/09/2018, Salı
G: 25/09/2018, Salı
Mehmet Şeker

İstanbul her şeyde birinci. Nüfusta, ticarette, ihracat ve ithalatta, suçta, vergide, gelirde… Deniz sayısı bile çok. Birçok şehrin denize kıyısı yok ama İstanbul’un Marmara’sı var, Karadeniz’i var, bir de ikisi arasındaki Boğaz’ı var.Bu kadar birincilik yetmez gibi, gelir dağılımındaki eşitsizlik konusunda da ilk sırada. En zenginler de burada, en fakirler de. İkisi arasındaki uçurumun en fazla olduğu şehir İstanbul.Büyük, daha fazla büyürken, küçük zaman içinde daha fazla küçülüyor demektir.Kapitalizmi

İstanbul her şeyde birinci. Nüfusta, ticarette, ihracat ve ithalatta, suçta, vergide, gelirde… Deniz sayısı bile çok. Birçok şehrin denize kıyısı yok ama İstanbul’un Marmara’sı var, Karadeniz’i var, bir de ikisi arasındaki Boğaz’ı var.



Bu kadar birincilik yetmez gibi, gelir dağılımındaki eşitsizlik konusunda da ilk sırada. En zenginler de burada, en fakirler de. İkisi arasındaki uçurumun en fazla olduğu şehir İstanbul.

Büyük, daha fazla büyürken, küçük zaman içinde daha fazla küçülüyor demektir.

Kapitalizmi iliklerine kadar yaşayan, nefes alırken ‘kapi’, verirken ‘talizm’ diyecek kadar derinden hissedenlerin sayısı da gittikçe artıyor.

*

İşin garip yanı, ayrım da yok.

Hiçbir kesim, kendini dışarıda tutamamış maalesef.

Sağcısı, solcusu…

Dinlisi, dinsizi…

Köylüsü şehirlisi…

Müslümanı, Ermenisi, Yahudisi, Urumu hep aynı durumda.

Bu ne anlama gelir?

Paylaşmayı bilmediğimizin resmidir.

Gemisini kurtaran kaptan, denize düşenlere aldırış etmiyor, onları geride bırakıp dumanını savura savura uzaklaşıyor.

*

Hâlbuki bu tablo daha şık hale getirilebilir.

İnsanlar, insanlara, insan gibi davransa, hep beraber insanca yaşarlar.

(Biraz, tiyatrocuların tiyatro tarifine benzedi ama ne zararı var?)

«

Sadece “insan gibi” davranmak bile yeterli.

Gibisi dahi dünyayı güzelleştirir, memleketi güzelleştirir.

Ya tam olarak ‘insan’ olunursa?

*

Abant İzzet Baysal Üniversitesi öğrencilerinin çıkardığı Yazı’yorum dergisinin ilk sayısında, Emine Kara “Babamın ayakkabıları” başlıklı bir portre yazmış.

Kısmen bakalım, belki ilaç niyetine geçer.

*

Kısılmış ve kızarmış gözlerinde bir şeylerin yorgunluğu okunur babamın. (…)

Kaşlarının hemen bitişiğinden yukarıya doğru halkalanan o kıvrım ve kırışıklıkları görünce, zamanın bir adamın üzerinden hangi ağırlıkta geçtiğini anlar insan. Hafif seyrelmiş saçlarının beyazları olduğu gibi, dökülen kısımları da sakalına taşınmıştır sanki. (…)

Babam gülümsediğinde sanki ağaçların yarıdan yukarısı görünmez olur. Çünkü o gökyüzü gibi gülümser. Onun her tebessümü, ‘gülümserlik’ katar bakana. Çok konuşmaz. Aldığı terbiye gereği nasihat eder bir duruşu vardır; yumuşak. Sesinde “Söylediklerimi yaparsan huzurun olur” tınısı vardır. Annem bu sesi duyduğunda, yukarıda bahsettiğim gibi gülümser. Yıllar ve zamanın taşıdığı tüm ağırlıklar onların üzerinden geçtikçe, onları birbirine o kadar benzetmiştir ki biri konuşurken öbürünü arar gözlerin, diğeri sustuğunda nedenini karşıdakinde bulmak ihtiyacı hissedersin.

(…)

Yoksulluk yıllarında kız kardeşim ve ben okula giderken, babam da işe giderdi. Yağmurlu günlerde biz babamın dönüşünü camda değil, evin girişinde beklerdik. Ayakkabıları ıslanmış mı diye bakmak için. Çünkü sadece bir çift ayakkabısı vardı; birkaç helal lokması ve bir de ailesi…

İşte bu ayakkabılar dünyanın tüm kilitlerinden ve şifrelerinden ve hatta tüm güvenlik sistemlerinden daha güvenlidir. Tüm dağlardan daha sağlam bir duruşu vardır bu ayakkabıların kapı önünde. İster tozlu veya çamurlu, ister eski yıpranmış olsun, her zaman asil ve kale surları gibi dayanıklıdır. Ağırdır.

Babamın ayakkabıları hangi renge bürünürse ve hangi makam halılarının üzerine gezinirse gezinsin, onlar her zaman adaleti, hakkaniyeti ve iyi niyeti temsil eden bir adamı taşımışlardır sırtında.

Bu sıcacık yüzün, sapasağlam duruşun, yumuşacık seslenişin ve huzur katan aydınlık gülümserliğin altında ezilen ve eriyen insan; bazen bu hoşluk yitip gidecek olursa ne olurdu diye düşünmeden edemez.

Fakat annem, bu soru hiç sorulmamışçasına kurar cümlesini:

“Ayakkabısı kapının önünde dursun da para pul istemez.”

*

Bilmem, bir yere varabildik mi? Varmışızdır herhalde.

Diyorum ki yaşasın ‘az’ın da ‘çok’un da, ‘var’ın da ‘yok’un da kıymetini bilen analar, babalar, çocuklar.

#Aile
#Çocuk