Karpuz kabukları

04:0031/05/2019, Cuma
G: 31/05/2019, Cuma
Mehmet Şeker

İftar yaklaşırken, sofra hazırlıkları başladı. Evin içinde tatlı bir telâş.“Karpuzu sen kes” dedi karısı.Hüseyin “Zaten hep babam kesmez mi?” deyince, gülüştüler.***İbrahim büyük bıçağı çıkardı.Karpuzu sıvazlayıp yıkadı, kâğıt peçeteyle kuruladı. Karısına sordu:“Vekilin olup bu karpuzu keseyim mi?”Fatma yan dönüp baktı, tabaklara çorba dolduruyordu.“Kes” dedi yavaşça.Hüseyin de “Kes” dedi.***Hayır, Hüseyin öyle demedi. Önceki sözü de söylememişti Hüseyin. Hüseyin öyle söylemeyince, gülüşmemişlerdi

İftar yaklaşırken, sofra hazırlıkları başladı. Evin içinde tatlı bir telâş.

“Karpuzu sen kes” dedi karısı.



Hüseyin “Zaten hep babam kesmez mi?” deyince, gülüştüler.

***

İbrahim büyük bıçağı çıkardı.

Karpuzu sıvazlayıp yıkadı, kâğıt peçeteyle kuruladı. Karısına sordu:

“Vekilin olup bu karpuzu keseyim mi?”

Fatma yan dönüp baktı, tabaklara çorba dolduruyordu.

“Kes” dedi yavaşça.

Hüseyin de “Kes” dedi.

***

Hayır, Hüseyin öyle demedi. Önceki sözü de söylememişti Hüseyin. Hüseyin öyle söylemeyince, gülüşmemişlerdi de zaten.

Hüseyin’i kaybedeli çok zaman olmuştu; neredeyse bir yıla yaklaşıyordu. On ay, yirmi üç gün.

Karı koca, “Hüseyin olsaydı böyle derdi” oyunu oynamaktaydılar.

İçlerinden oynuyorlardı bu oyunu, kelimesiz.

***

Hep biliyorlardı Hüseyin’in ne diyeceğini.

“Baba, büyüyünce ben de karpuz kesebilir miyim?”

“Anne, sen bütün yemekleri yapmayı biliyor musun?”

“Öne ben oturamaz mıyım?”

Hepsini biliyorlardı.

Bütün tahminleri isabetliydi, hiç yanılmıyorlardı.

***

Fakat bir defa yanılmışlardı.

Zaten bir defa yanılmışlardı.

Maalesef bir defa yanılmışlardı.

Hem de esaslı.

O bir yanılma, bin etmişti, milyon etmişti.

***

Bu şehre hiç gelmeyeceklerdi. Gelmemeliydiler. O zaman belki Hüseyin yaşıyor olurdu. O zaman o araba şehrin içinde aşırı hızla gitmemiş, Hüseyin’e çarpmamış, biricik yavrularının hayatına son vermemiş olurdu.

Köyde kalacaklardı. Kalmaları gerekirdi.

Öylesi daha iyiydi. Çok daha iyiydi. En iyisi oydu.

Ah bu şehir merakı.

Ah Hüseyin, vah Hüseyin.

***

Köylerinde hayat fena mıydı?

Hayvanları vardı, öyle böyle geçiniyorlardı.

Çocuk serbestçe koşup oynuyordu. Ağacı, kuşu, börtü böceği tanıyordu. Toprağa basıyordu.

Yağmur yağınca, her taraf toprak kokuyordu.

Hüseyin köpeklerle güreşiyor, keçilerle oğlaklarla oynuyordu.

***

İbrahim karpuzu doğradı. Kayık tabağa dizdi, piramit gibi.

Kim yiyecek o kadar karpuzu?

İki kuru baş.

Yarısını bile bitiremezler.

Fatma sesini çıkarmadı. Kalanı jelâtinle sarıp dolaba koyar, ne olacak.

***

İbrahim karpuz kabuklarını da doğramaya başladı. Tıpkı köydeki gibi.

Ufak ufak parçalara ayırdı. Yüz parça yaptı, bin parça yaptı.

Sanki hayvanlara verecekler.

Tepsinin içinde biriken minik karpuz kabuklarına baktılar, baktılar…

İkisinden biri, onları poşete doldurup çöp kovasına atacak.

Hüseyin kim bilir ne diyecekti?

“Baba atma…”

“Anne, onları hayvanlara veririz…”

Televizyondaki ezan başladı. Hemen ardından en yakındaki caminin ezanı duyuldu.

#İfrar
#Sofra
#Karpuz
#Hüseyin