Azıksız çıkmadı yola, heybesi doluydu

04:0019/10/2018, Cuma
G: 19/10/2018, Cuma
Mehmet Şeker

Etrafa bakıyorum, ağaçlar, hayvancıklar, çiçekler, insanlar…O insanların yaptığı binalar, yollar, araçlar…Gökteyse kuşlar, bulutlar…Gittiği bir yeri, tekrar geldiğinde kolayca bulabilmek için, gökteki bir bulutu kerteriz aldığını söylemişti Nasrettin Hoca.Öyle söyleyince etrafındakiler gülmüştü.Kendileri bulutlardan farklıymışlar gibi.Şu saydıklarımızın hangi biri kalıcı?Ağaçlar mı, binalar mı, insanlar mı?Çok yaşayan yüze kadar yaşıyor. Bin yıl olsa ne ki?Bahattin Karakoç da pılıyı pırtıyı toplamadan

Etrafa bakıyorum, ağaçlar, hayvancıklar, çiçekler, insanlar…


O insanların yaptığı binalar, yollar, araçlar…

Gökteyse kuşlar, bulutlar…

Gittiği bir yeri, tekrar geldiğinde kolayca bulabilmek için, gökteki bir bulutu kerteriz aldığını söylemişti Nasrettin Hoca.

Öyle söyleyince etrafındakiler gülmüştü.

Kendileri bulutlardan farklıymışlar gibi.

Şu saydıklarımızın hangi biri kalıcı?

Ağaçlar mı, binalar mı, insanlar mı?

Çok yaşayan yüze kadar yaşıyor. Bin yıl olsa ne ki?

Bahattin Karakoç da pılıyı pırtıyı toplamadan göçtü gitti esas memlekete.

Şiirimizin Beyaz Kartalı, Koca Çınarı.

Sevgili ağabeyimiz; Cenabı Allah rahmetiyle karşılasın, mekânın cennet olsun.

*

Daha dört gün önce, Salkım Söğüt arşivinden bir bölüm izlemiştim.

Ortada, o harika programı hazırlayıp sunan Bayram Bilge Tokel, bir yanında Abdurrahim Karakoç, bir yanında Âşık Mahzuni Şerif.

Yurt dışından telefonla bir bağlantı yapıldı.

Arayan, Neşet Ertaş.

Konuşuyorlar, şiirler, türküler söylüyorlar…

Sanki daha dünkü yayın.

Efkâr üstüne efkâr.

Bir of çektim, karşıki dağlar tınmadı.

Duymadılar bile.

*

O efkârla, Bahattin Ağabey ile epeydir görüşmediğimizi düşünüp üzülmüştüm.

Yaşı ilerleyince insan muhakkak daha bir hassaslaşıyor.

Şimdi o üzüntünün kaç katına çıktığını hesap edemem.

Hayatta olması ne güzel diye düşündüm.

Hep orada, aynı şehirde, aynı adreste…

Posta kutusunun numarası bile hiç değişmeden…

O güzel gülüşü, öfkesi, nazıyla; apak saçlarıyla, yükselen sesiyle…

Ve tabii, muhteşem şiirleriyle, oradaydı, orada olacaktı.

Olacaktı da nereye kadar?

Hayat fani, Hüvel baki.

Geldik, gitmek için.

Bahattin Karakoç da bir gün emaneti teslim edecek, aramızdan ayrılacaktı elbette.

Fakat hep ilerideydi o gün.

İnsan öyle sanıyor.

Ne garip, insan ne sansa, hep yanılıyor.

*

Otuz altı sene olmuş onu tanıyalı.

Bitmeyen bir hayranlık, sevgi, saygı.

Arada görüşemediğimiz, uzak kaldığımız zamanlar da oldu.

Ev ziyaretleri de, misafir kalma da.

“Ne demek otel? Geleceksiniz bize…”

Kolay kolay itiraz edilmezdi.

Yolculuklarımız, sohbetlerimiz, cami yolunda koşuşturmalarımız…

Kitapları, dergileri yüklenip taşımalarımız…

Hepsi geçmiş yıllarda kalan hatıralar…

Hepsi hatıra olarak geçmiş yıllarda kaldıysa, bu yüz çizgileri neyin nesi, yalancı şahit mi?

*

Bazı buluşmalarımızda Abdurrahim Ağabey de olurdu ki yiğitlikte, adamlıkta, mertlikte, şairlikte birini ötekinden ayırmak zor.

Şiir tarzı ayrı da olsa iki dev, iki dağ, iki zirve…

Bir masada buluşunca, hele o ikisi kardeş olunca, pek nadir rastlanan bir durum olduğunu takdir etmek gerekir.

Genellikle kardeşlerden biri öne çıktığında, diğeri biraz gölgede kalır.

Burada öyle değil.

Şimdi Bahattin Karakoç da gitti. Bunu kendime kabul ettirmem lâzım.

Daha Abdurrahim Karakoç’un gidişini tam anlayamamışken…

Dört gün önce konuşmasını dinlemiş, sesini duymuşken…

Herhalde öte tarafta ancak idrakine varacağım; buluşursak.

#Bahattin Karakoç
#Abdurrahim Karakoç