Türkiye savunma sanayii alanında büyüleyici bir performans sergiliyor.
2002 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin dışa bağımlılığı yüzde 80’lerde iken, 16 yıl içerisinde bu oran yüzde 35’lere kadar geriledi.
Şimdiki hedef, 2023 yılına kadar kritik malzeme ve sistemlerde tam bağımsızlığı elde etmek.
Dün sabah Savunma Sanayii Başkanlığı görevini yürüten Prof. Dr. İsmail Demir’e “2002 öncesi eksik olup da sonradan keşfedilip uygulamaya konan şey nedir” diye sordum.
“İstikrar, irade ve ısrar” diye karşılık verdi.
Bu cümlenin altını, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın koyduğu irade, ısrarlı takibi ve bu duruşun aşağılara doğru ürettiği motivasyon biçiminde de doldurabiliriz.
Savunma sanayiinde dışa bağımlılık deyip geçmeyelim.
Bir ürünü satın aldım istediğim gibi kullanırım deme gibi bir lüksünüz yok.
15 Temmuz’un devam eden günlerinde verdiğimiz bir örneği hatırlatalım:
Türkiye muharip pilot açığı nedeniyle Pakistan’dan geçici olarak F16 eğitmeni isteyip Pakistan’ın da buna “Hay hay” dediği bir ortamda ABD, sözleşmelerdeki haklarını kullanarak buna izin vermemişti.
Dışarıdan hele hele ABD gibi bir ülkeye olan askeri bağımlılığınız hem yüksek maliyet, hem de operasyonel sınırlama olarak sık sık karşınıza çıkabiliyor.
Buna karşılık, Afrin Harekâtı’nın kısa sürede elde ettiği başarıya savunma sanayii alanındaki yerli ve milli yönelimin katkısını hatırlamak, bu işin kıymetini anlama bakımından iyi bir fikir olabilir.
Savunma Sanayii Başkanı İsmail Demir, sohbetimizde bir müjde daha verdi:
“Yeni bir taarruz helikopterimiz geliyor Atak’tan daha iyi bir helikopter. Yakında hepiniz duyacaksınız” sözleriyle.
Atak helikopteri yine Demir’in ifadesiyle dünya örnekleri arasında “En iyi ilk 5’te” yer alıyor.
Tabii bu ve benzeri ürünlerin uluslararası pazarlarda dikkat çekici hale gelmeye başladığını da görüyoruz.
2002’de dünyanın en büyük 100 savunma sanayii firması arasında bir tane bile Türk şirketi yokken, gelinen noktada 4 kurum ilk 100’e girmeyi başardı.
İsmail Demir, şu ana kadar iyi bir ‘momentum birikimi’ elde edildiğini, belli bir eşiğin aşılmasından sonra, savunma sanayii ürünlerinin ihracatında ciddi bir sıçrama yaşanabileceğini söylüyor.
Mesela, dünyadaki taarruz helikopterleri arasında ilk beşte yer aldığına göre Atak’ın performansının zaman içerisinde daha fazla görülmesi, talep patlamasını beraberinde getirebilir.
Gelelim son yıllarda ‘milli meselemiz’ haline dönüşen S-400 Hava Savunma Füzeleri ve bunun tam karşısına getirilip konulan F-35 Savaş Uçakları meselesine.
ABD tarafından zaman zaman “Ya S-400 işinden vazgeçin ya da F35’leri unutun” anlamına gelen çıkışlar yapıldığını biliyoruz.
Daha geçenlerde bir NATO üyesi olmamasına rağmen Rusya ile S-400 füzesi satın alma anlaşması yapan Hindistan’ın bile yaptırım tehdidine muhatap olması, bu konunun Ankara’nın karşısına baş ağrıtıcı baskılar biçiminde çıkması riskini beraberinde getiriyor.
Savunma Sanayii Başkanı Demir, bu konuda, siyasi yönetimin çizdiği net çerçeveyi tamamlayıcı bir dille konuşuyor:
“S-400’den vazgeçmek gibi bir durum söz konusu değil. Bu imzalandı ödemeler yapılıyor. Bunu konuşmanın artık çok anlamı yok. Bu mesele o anlamda kapandı. Türkiye’nin kendi hava savunma sistemi ile ilgili yaptığı araştırmalar sonucunda bu ürünün en iyisi olduğu belirlenmiştir.”
ABD’ye karşı Türkiye’nin bu konularda haklı bir pozisyonda durduğunu baskıyı yapanların bizatihi kendileri de biliyor zaten.
Ama yapılan baskıların zaten haklı bir temele binaen değil de, yaptırım tehditleri gibi ‘kas gücü’ kullanılarak yürütüldüğü de görülebiliyor.
Tabii, yaptırım tehdidi ya da kas gücünün de bir bahane üzerine oturması gerekiyor.
Peki, S-400’lerin F-35 Savaş Uçaklarının gizli bilgilerini afişe edeceği, ya da teknik tabiriyle ‘radar görünmezliğini tehlikeye atacağı” tezi, Türkiye’yi ‘hizaya getirmek’ için iyi bir mazeret olabilir mi?
ABD tarafının son zamanlarda tam da bu tez üzerinden Ankara’yı S-400 işinden vazgeçin diye ikna etmeye çalıştığına dair iddialar kulağımıza geliyordu.
Meğer işin aslı öyle değilmiş.
Ankara, daha önce karşısına çıkarılan başka başka bahanelerde olduğu gibi, burada da muhataplarına bir tür ‘açık duruş’ sergileyerek karşılık veriyormuş.
Savunma Sanayii Başkanı Demir’in şu ifadeleri durumu özetliyor:
“Norveç’te F-35 var. Malum F-35 uçtuğu anda Rusya’daki S-400’ler de bunları görüyor. Şu ana kadar bu konuda bize net bir izah yapılmadı.
Bir Rus sistemin Türkiye’ye girmesine uzun vadeli bir kayıp anlamında bakabilirler. F-35’in radar görünme sırları bu şekilde ifşa olacak diye bir iddia ortaya atılıyor maalesef. Bu bizim katılmadığımız bir iddia. Biz kendi muhataplarımızı bu konuda endişeye düşürecek bir adım atmayız”.
F-35 Savaş Uçakları Projesi, Türkiye’nin müşterisi değil, ortağı olduğu bir proje.
İyi haber, şu ana kadar S-400’lerden vazgeçilmesi için gösterilen sopanın projenin yürüyen takvimine sirayet etmemiş olması.
Demir, “Biz ödemelerimizi yapıyoruz. Onlar teslimatları yaptılar, eğitimler devam ediyor. Bizim muhataplarımız dışında diğer politik yaklaşımların hiç bir değeri yok. Takvimde hiç bir şaşma yok” diyor.
Bununla birlikte, Washington’un gerçek niyetini görmek için evvel emirde Temmuz 2019’u beklemek gerekebilir.
Bütün anlaşmaları tamamlanan, parası ödenen S-400 bataryalarının ilk partisi Türkiye’ye gelip belirlenen yerine konuşlandığı ana kadar neler olup biteceğini dikkatle izlemekte fayda var.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.