31 Mart seçimlerine ‘Beka tehdidi’ bağlamında mı bakmalıyız?
Yoksa, “Alt tarafı bir yerel seçim işte. Bir takım belediyelerin başkanları değişecek, 4 yıl seçim yapılmayacak, haliyle bu durum ülkenin gidişatını nasıl etkileyebilir ki” diye mi düşüneceğiz?
Beka meselesinin daha çok MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin yaklaşımında karşılık bulduğunu görüyoruz.
Ak Parti çevrelerinde de çok baskın biçimde olmasa da, yerel seçimlerin yerel seçimlerden ibaret olmadığını ihsas eden bir duruş sergilenmekte olduğuna tanıklık ediyoruz.
Öbür yanda, yani muhalefet cephesinde ise, “Acaba burada bir bit yeniği mi var” diye düşünmeye sevk edecek kadar, 31 Mart’a olduğundan fazla anlam yüklenmemesi gerektiği yönünde yapılmakta olan çağrılar var.
Normalde tersi olması beklenmez mi?
İktidarın, yerel seçim sonuçları ne olursa olsun, 4 yıl genel seçim yapılmayacak demesi, muhalefet cephesinin ise, “31 Mart’ta sallayıp, erken seçimde yıkacağız” demesi gibi.
Ama ‘Türkiye gerçekleri’ denkleme girince, tezatlar silsilesi seçim dönemlerinde de karşımıza çıkabiliyor.
Peki, başta sorduğumuz iki soruyu yerel seçimleri baz alarak yanıtlamaya çalışırsak, neler söylenebilir?
“Beka meselesi” mi, yoksa “Alt tarafı bir yerel seçim işte” mi?
Biraz dışarılardan dolanıp gelerek konu üzerinde fikir egzersizi yapmayı deneyelim.
Önümüzde, yakın dönemde yapılan biri seçim, diğeri referandum günlerine ait, atılan adımla zamanlaması dikkat çeken, üzerinde durduğumuz konu bağlamında da fikir verebilecek iki tane örnek var.
7 Haziran 2015 günü yapılan milletvekili seçimlerinde sandıktan ‘belirsizlik’ tablosu çıkınca, o tabloyu fırsata dönüştürebileceğini gören ABD, bir işaretle Tel Abyad kentinin PKK/YPG’nin eline geçmesini sağladı.
Nüfusu Araplardan oluşan, ismini bugünlerde ezbere bildiğimiz bu kent, YPG’nin eline geçince, orada yaşayan insanların büyük bölümü karşı taraftaki Akçakale üzerinden Türkiye’ye kaçıp geldi.
Daha önemlisi, YPG’nin ‘Sözde Kantonlarını’ ortadan ikiye ayıran Tel Abyad’ın düşmesiyle, o bölgedeki harita homojenleşti, Fırat’ın Doğusu bütünüyle PKK’nın uzantısı olan örgütün eline geçti.
Bu gelişmeyi seçimlerle ilişkili kılan gerekçe, seçim sonuçlarının belli olmasından hemen sonra düğmeye basılıp harekete geçilmesi olmuştu.
Yani bir akıl, “Türkiye’de yapılan seçimler nedeniyle Ankara’da bu aralar kimsenin buralarla ilgilenmeye mecali yok, o halde bunu fırsata dönüştürelim” diye düşünmüş, bu mantık bu şekilde hesap yapanları kazançlı çıkarmıştı.
İkinci örneğimiz, 16 Nisan referandumunun akşamından.
Kasım 2016’da seçim kazanan, Ocak 2017’de Beyaz Saray’da işbaşı yapan ABD Başkanı Donald Trump’ın Türkiye ile ilgili nasıl bir yaklaşım içerisinde olacağını öğrenmek için epeyce beklemek gerekmişti.
Aylar geçmesine rağmen Trump ile Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan arasında herhangi bir temas sağlanamamıştı.
Haliyle bu durum, en kötüsünden en iyisine kadar bir sürü senaryonun da havada uçuşmasına sebebiyet vermişti.
Obama döneminin son yılları da dikkate alındığında Trump’ın Erdoğan yaklaşımının nasıl olacağı sorusu, Türkiye’nin beka meselesi başlığı etrafında birinci derecede önem arz ettiği için, bu yaklaşımın ipuçlarını almak ancak 17 Nisan akşamı mümkün olabildi.
Belli ki Trump, bir Türkiye ve bir Erdoğan politikası oluşturmak için referandum akşamını beklemiş, sandıktan güvenoyu aldığını görünce, aynı akşam arayıp tebrik ettiği Türkiye Cumhurbaşkanı ile iş tutmaya karar vermişti.
Acaba tersi olsaydı, ne, nasıl gelişirdi?
Hepten berbat senaryolar yazma anlamında değil tabi ama üzerinde durmayı hak ettiği için böyle bir soru soruyoruz.
Hafızalardaki tozu bir parça dağıtabildiysek, bugüne gelelim.
Bugünkü gelişmelere baktığımızda Türkiye’nin beka meselesini birinci derecede ilgilendiren konunun Kuzey Suriye ve Fırat’ın doğusundaki durum olduğunu herkes görebiliyor.
Trump’ın Suriye’den çekilme kararı almasından sonra, uygulamanın nasıl olacağına dair bir yığın belirsizlik ve sıkı pazarlıkların yapılmakta olduğu bir dönemden geçiyoruz.
Şimdi az durup, şöyle bir soru sorabiliriz:
Acaba 31 Mart akşamı sandıktan çıkacak olan sonuç, bu kritik sürece nasıl etki eder?
Acaba, Amerikan aklı bu aralar, “Az bekleyelim, 31 Mart’ı görelim. Sandıktan iktidara yönelik bir güvensizlik sonucu çıkarsa, Erdoğan’ın PKK/YPG direncini kırabiliriz” diye düşünüyor olabilir mi?
Temel meselelerde, ülkenin güvenliğini, geleceğini ilgilendiren meselelerde Türkiye’deki muhalefet, iktidar ile senkronize hareket edebileceğini göstermiş olsaydı, bu tür sorular fazlasıyla absürt kaçıyor olabilirdi.
Öyle bir durumda, alt tarafı bir yerel seçim işte deyip geçilebilir, 31 Mart’a da hak ettiğinden daha fazla bir anlam yüklenmemiş olurdu.
Ama gördüğünüz üzere seçime endeksli birçok soru hala beyinleri kemirmeye devam ediyor.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.