Bayram yazılarında ikinci gün: Kosova savaşında haber peşinde geçen bir gün

04:006/06/2019, Perşembe
G: 6/06/2019, Perşembe
Mehmet Acet

Çok güçlü bir bomba sesiyle irkildim.Yakınlarımıza bir yerlere düşmüş olmalıydı.Başımda uyandırma vakti için uygun saati bekleyenler, birileri onlar adına kendi kapasitelerinden çok daha fazlasını yapabildikleri için mutluydu.Gürültülü bir yıldırım sesini duyduğunda bir çocuğa korkacak bir şey olmadığını anlatmak ister gibi, “NATO, NATO” diye sevinçli bir şekilde bana haber verdiler.O kadar yorgun ve o kadar uykusuzdum ki, uyumaya devam etmem, üzerime bombaların düşmesinden daha önemliydi.Büyük

Çok güçlü bir bomba sesiyle irkildim.

Yakınlarımıza bir yerlere düşmüş olmalıydı.

Başımda uyandırma vakti için uygun saati bekleyenler, birileri onlar adına kendi kapasitelerinden çok daha fazlasını yapabildikleri için mutluydu.

Gürültülü bir yıldırım sesini duyduğunda bir çocuğa korkacak bir şey olmadığını anlatmak ister gibi, “
NATO, NATO
” diye sevinçli bir şekilde bana haber verdiler.

O kadar yorgun ve o kadar uykusuzdum ki, uyumaya devam etmem, üzerime bombaların düşmesinden daha önemliydi.

Büyük bir iş başarıp o gece 10 saat boyunca, 40 kilometrelik bir mesafeyi yürüyerek buraya gelmiştik.

Ve henüz kameramızın ‘On’ düğmesine bile basamamıştık.

Bendeniz, gazetecilik hayatımın
‘altın madalyasını
’ bundan belki günü gününe de uyacak şekilde, 20 sene önce bir Haziran ayında Kosova dağlarında kazandım.

NATO uçakları, yakınlarımızda bir yerlerde Sırplara ait mevzileri bombalarken, henüz 23 yaşında ama iyi haber deyince gözünü karartmaktan çekinmeyen genç bir gazeteci olarak, ağırlıklı bölümü Avrupa ve ABD basınından olmak üzere bine yakın meslektaşa karşı büyük bir haber atlatmak üzereydim.

İşin büyüğü Kosova’ya bir şekilde girebilmekti.

NATO tarafından başlatılan askeri operasyon ikinci haftasını bitirmek üzereydi ama ‘içeriden’ tek kare görüntü bile geçilemiyordu.

Kameramanım Abdurrahman Kaşkaya ile benim orada bulunmamızı kıymetlendiren bilgi işte buydu.

Sonradan içeriye nasıl girdiğimizi öğrenmek için bana ulaşan (Tabii ki bunu nasıl yaptığımızı kendilerine anlatmadım) Afganistan dağlarının tozunu yutmuş deneyimli savaş muhabirleri de dahil olmak üzere herkesi atlatmıştık.

Artık çekim yapmaya başlamak üzere uyandığımda, bir köyde olduğumuzu ve bu köyün kısa süre önce büyük bir silahlı çatışmaya sahne olduğunu fark ettim.

Bizi oraya, Sırp ordusuna karşı gerilla savaşı veren Arnavut UÇK savaşçıları getirmişti.

Makedonya’nın başkenti Üsküp’te kendileri ile temasa geçmiş, Türkiye’den geliyor olmanın sağladığı sempatiyi iyi değerlendirmiş, bir akşam vakti saat 21:00 sularında o yolculuğa başlamıştık.

Onlar 50-60 kişilik bir grup olarak içeriye silah ve mühimmat taşıyorlar, biz de ortalarında onların peşinden gidiyorduk.

Ortalarında diyorum çünkü bunun da bir sebebi vardı.

Yer yer mayınlı olduğu düşünülen yerlerden geçiyor, bu tehlikeye karşı zaman zaman öndekilerin bastığı yerlere basarak ilerlememiz isteniyordu.

Arkada kalıp gruptan kopmamamız için de grubun ortasından ilerlememiz uygun görülmüştü.

Sadece mayın değil, düşman güçleriyle karşılaşmamız da ihtimal dahilindeydi.
Bir yerde herkes topluca ve hızlıca yere yattı.
Anlaşılan öndekiler tehlikeli bir durum olabileceğini düşünmüştü.
Neyse ki, ihbar asılsız çıktı, yolumuza devam ettik.
Köyde çekim yapmaya başladığımızda “Acaba burada ne olmuş”
sorusuna en iyi cevabı evlerin merdivenlerinden etrafa saçılan aile albümleri, iplerde asılı kalan çamaşırlar, sobanın üstünde bırakılan çaydanlıklar veriyordu.

Birileri aniden buraya gelmiş ve köyde yaşayan insanlar bunları bile alıp gitmeye fırsat bulamadan panik halinde kaçışmışlardı.

O kaçışanların on binlercesini buraya gelmeden önce, Kosova-Makedonya sınırındaki Blatse sınır kapısına yığıldıklarında görmüştük.

Çektiğimiz her görüntünün ne kadar kıymetli olduğunun bilinciyle çalışıyorduk.

Abdurrahman bir gözüyle kameranın vizöründeki ‘Rec’ yazısını kolluyor, diğer gözüyle neleri çekmesi gerektiğine karar veriyor, ben arada anonslar yapıyor, orada olup bitenleri canlandırmaya çalışıyordum.

Yanımızdakiler bir ‘
toplu mezardan
’ söz edince hemen oraya yöneldik.

Savaşabilecek durumdaki erkeklerin toplandığından, sopalarla dövülerek bir kuyunun başına getirildiklerinden, sonra da öldürülerek o kuyuya atıldıklarından bahsediyorlardı.

Etrafta bu iddiaları destekleyecek şekilde kanlı atletler, sopalar vardı.

Toplu katliamlara dair haberler yaygın şekilde ortalıkta dolaşıyor ama bunu kanıtlayabilecek görüntülere kimse ulaşamıyordu.

NATO henüz ‘
havadan karaya
’ inemediği için gazetecilik faaliyeti dışında bu durumu ispat edebilecek yetkili bir merci de yoktu.

Çekimleri tamamladıktan sonra ertesi akşam dönüş yoluna geçtik.

Bir önceki güne göre mesafe yarı yarıya kısaltılmıştı ve yürüdüğümüz arazi yürümeye daha elverişliydi.

Zaten kotardığımız işin verdiği rahatlık ve heyecan nedeniyle yolculuk daha az yorucu ve daha az stresli geçiyordu.

Nihayet, Makedonya topraklarına geri döndük.

Bir araba yoluna ulaştığımızda bizi aldılar, otele götürdüler.

Ertesi akşam çıkardığımız iş “
Kanal 7’den dünya çapında gazetecilik başarısı
” cümleleriyle anons edildi.

Ondan sonraki gün çektiğimiz görüntüler, savaşın başlamasından 15 gün sonra Kosova’dan gelen ilk görüntüler olarak Reuters, AP gibi haber ajansları tarafından servis edildi, BBC’de, CNN’de, Foxnews’ta ve başka onlarca kanalda yayınlandı.

Fransız devlet televizyonu beni bulup özel röportaj yaptı.

CNN yapımcıları, kendi ekiplerinin içeri girmelerine yardımcı olmam için işbirliği teklif etti.

Bu teklifi reddettim.

Sadece kendi yaptığım işin tadını çıkarmak istiyordum.

#NATO
#ABD
#Kosova
#Abdurrahman Kaşkaya