Nasreddin Hoca, soğuk bir kış günü karakaçanı alıp Akşehir’den yola çıkmış. Kar yağmur soğuk dememiş, köyden köye konaklayarak, dere tepe aşarak Ankara’ya doğru ilerlemiş.
Günler sonra bir akşam vakti vardığı Mogan Gölü kenarında son molayı vermiş. O gece orada konaklamış. Sabah namazından sonra çorbasını içip karakaçanın istikâmetini Ankara’ya çevirmiş.
Mesai başlamak üzereyken şehre ulaşmış. Gidip durduğu yer Türk Dil Kurumu binası önü olmuş. Bina önünde eli kuşağında dikilip oraya çalışmaya gelenlere bakmış.
Ankara’nın meşhur ayazına karşı tedbirli olmak için kalın giyinmiş olan çalışanları birer ikişer kapıdan girerken seyretmiş.
Paltolarını, kabanlarını giyinen, kaşkollarını kuşanan, şapka veya berelerini, kabanlarının kapüşonlarını başlarına geçiren, personel arasından bazıları Hocayı görünce hem gülüyor hem de yürürken kapıya tosluyormuş.
Hocayı gören TDK yöneticileri, büyük bir memnuniyetle içeri buyur etmişlerse de kabul etmemiş. Gülümseyerek yolunun uzun olduğunu söylemiş. Akşehir’e dönmek için otoparka bağladığı karakaçanın yularını çözmüş ve gerisin geri yola koyulmuş. Kararından caydıramamışlar.
Bir şaka bile yapmadan, bir öğüt vermeden, tavsiyede bulunmadan geldiği gibi aniden giden Hoca’nın arkasından üzülerek bakakalmışlar.
*
Aradan altı ay geçince Nasreddin Hoca bir kere daha karakaçanın yönünü Ankara’ya çevirmiş. Aynı yolu bu defa sıcak mı sıcak bir havada katetmiş.
Öğle vaktine yakın yine aynı yere varmış. Karakaçanı yine otoparka bağlayıp saman torbasını başına takmış. Öğle arası olunca kapıdan çıkan kurum personelini izlemiş.
Yaz sıcağında ince giyinen kurum çalışanlarının çoğunun, güneşin sıcağından korunmak için başlarına yazlık kepler, şapkalar geçirdiklerini görmüş.
TDK yöneticileri Hoca’yı yine davet etmişler. Gelmez diye düşünürken, bakmışlar ki Hoca kabullenmiş.
İçeri girince isteği üzerine soğuk su ikram etmişler, beraber yemek yiyelim demişler. Fakat Hoca bir çift lâfı olduğunu söyleyip şöyle konuşmuş:
“Duydum ki sizin kurum şapkayı kaldırmış. İnanmadım, kendi gözümle görmek istedim. Bunun için önce kış ortasında, sonra da bu sefer gördüğünüz gibi yaz ortasında geldim. Kışın, çalışanların hepsinin başında soğuktan korunmak için şapkalar, bereler vardı. Yazın da gördüm ki yine şapkalar ve kepler var. Bu hoşuma gitti. Zaten şapkayı kaldırdığınıza inanmamıştım. Belli ki bunu bana söyleyenler kötü niyetli imiş.”
Kurum yöneticileri gülmeye başlamış. Karınlarını tutarak uzun uzun gülmüşler. Gözlerinden yaşlar gelmiş.
“Hocam” demişler “hiç öyle şey olur mu? Biz kimin şapkasına dokunabiliriz, giyip giymemesi hakkında karar verebiliriz ki? Biz sadece yazıdaki inceltme işareti olarak kullanılan harflerin üstündeki şapkayı kaldırmaya niyet ettik.”
“Bre zındıklar!” diye kükremiş Hoca.
“O ne biçim lâkırdı öyle? Hiç yazıdaki şapka kaldırılır mı? İnsanların başındaki şapkayı kaldırmak daha kolaydır, daha basittir. Siz milletin yazısına nasıl müdahale edersiniz? Koca bir milletin nasıl yazacağına bu binada çalışan üç beş kişi karar verebilir mi sanırsınız? Derhal yanlıştan vazgeçin, vaziyeti düzeltin. Dua edin ki ben duyup geldim. Ya Behlül Dânâ duyup gelseydi buraya? Ne olurdu hâliniz? Elindeki değnekle kovalardı hepinizi.”
*
Dönüş yolunda Hoca ile Gölbaşı mevkiinde karşılaştık. Görür görmez tanıdım, hürmetle sarılıp elini öptüm.
“Verdim derslerini” dedi. Oturduk birer tas kuru fasulye yedik.
Hocamız şapka konusunu dert edinmiş.
“Yahu otobüs veya uçak kaldırır gibi yazıdaki şapka kaldırılır mı? İnsanlar sıcaktan ve soğuktan korunmak için başına şapka geçiriyor. Yazıdaki harflerin de üşüyeceğini bilmiyor mu bunlar? Yaz günü şapkasız çıkarsa, başına güneş geçeceğinden haberleri yok mu? Benim başımdaki kavuğu çıkarmaya niyetlenseler bu kadar kızmazdım.”
“Hocam” dedim, “bunlar hep gâvurca özentisinden. Sadece inceltme işareti olan şapkadan değil, Ş harfinin kuyruğundan, Ç harfinin kuyruğundan, Ü ve Ö harfinin üstündeki noktalardan da utanıyorlar. Mümkün olsa hepsini yok etmek geçiyor olmalı gönüllerinden. Fırsat bulunsa balta ile o kuyrukları kesip atacaklar. Büyük İ’ye bile sinir olduklarını sanıyorum. Hele Ğ harfi yok mu? Silah çekip vurabilirler onu. Pek çok firma tabelalarında, marka logolarında mümkün olduğunca bunları grafik oyunlarla gizlemeye çalışıyorlar.”
Hoca bunlardan da haberdar olduğunu söyledi.
“Biliyorum evlat” dedi, “hepsini görüyorum. Dile sahip çıkmak, korumak gerektiği için bunca yolu geldim.”
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.