Gençlere güvenen kazanır

04:0023/11/2021, Salı
G: 23/11/2021, Salı
Mehmet Şeker

“Cumhuriyeti biz kurduk, onu yaşatacak ve yükseltecek olan sizlersiniz” demişti Atatürk.Siyasetçiler, devlet adamları her zaman gençliğe güven duyar.Bazıları da öyle görünme gayretine girebilir.Gençlerden korkanlar ise…İşte onların durumu vahim.Çünkü apaçık bellidir ki gençlerden korkanlar, sonu hüsran olan bir yolculuktadır.‘Vah’lar ‘eyvah’lar içinde geçer o yolculuk.Kıt azık ve yanlış istikamet ile nereye başka varılır?*Yalnız devlet adamları değil, büyük fikir adamları da gençlik hakkında öyle

“Cumhuriyeti biz kurduk, onu yaşatacak ve yükseltecek olan sizlersiniz” demişti Atatürk.

Siyasetçiler, devlet adamları her zaman gençliğe güven duyar.

Bazıları da öyle görünme gayretine girebilir.

Gençlerden korkanlar ise…

İşte onların durumu vahim.

Çünkü apaçık bellidir ki gençlerden korkanlar, sonu hüsran olan bir yolculuktadır.

‘Vah’lar ‘eyvah’lar içinde geçer o yolculuk.

Kıt azık ve yanlış istikamet ile nereye başka varılır?

*

Yalnız devlet adamları değil, büyük fikir adamları da gençlik hakkında öyle düşünür.

Hatırlayalım…

Mehmet Âkif, “Âsım’ın nesli”ne güvenmişti.

Tevfik Fikret “Haluk’un nesli”ne bel bağlamıştı.

Necip Fazıl, “Büyük Doğu gençliği”ne inanıyordu.

Sezai Karakoç’un umudu “Diriliş nesli” idi.

Bir anlamda “İhya kuşağı”.

Şimdi hatırlayan bile pek azdır ama Attila İlhan da bir ara “Onlar geliyor” sloganıyla çıkış yapmıştı ama çok ısrar etmedi.

‘Onlar’ dediği, elbette gençlikti.

*

Bu büyük isimlerin aynı zamanda şair oluşu, rastlantıdan ibaret olmasa gerek.

Gençliğe inanmak, güvenmek, davalarının geleceğe taşınması için şart.

Aynı zamanda kendi kuşaklarından fazla ümitli olmamak anlamına geliyor.

Bir bakıma “Ben çerçeveyi çizdim, hedefi gösterdim, göle mayayı çaldım. Bundan sonrası, bu davaya inananların sırtında. Onu da ancak genç nesil yüklenebilir.” demektedirler.

Kendi çağında yeterince anlaşılmadıklarını, gelecekte daha iyi anlaşılacaklarını ve büyük davalarının gençler tarafından sahiplenileceğini düşündüklerini söylemek mümkün.

*

Sezai Karakoç’un cenazesinde gördük ki o büyük kalabalığın çoğunluğu gençlerden oluşuyordu.

Üniversite gençliği. Hatta liseliler.

Erkekler kadar kızlar da oradaydı.

Aşırı kalabalığa rağmen, hiç itiş kakış olmadı.

Hiç ses yükseltilmedi. Bağırış çağırış duyulmadı.

Kimse diğerine sinirlenmedi, incitici davranmadı.

Telefonlar asla yüksek sesle çalmadı.

Herkes yanındakine karşı son derece nezaketliydi, saygılıydı.

Bu, basit gibi görünse de çok dikkat çekici bir ayrıntıdır.

*

Şehzadebaşı Camii avlusu günlerdir ziyaretçi akınına uğruyor.

Ne zaman gitsek kalabalık.

Tek tük yaşlıya rastlasak da gelenlerin çoğu genç.

Meraklı biri çıkıp da gelenlere “Kendinizi Diriliş Nesli arasında görüyor musunuz?” diye birer birer sorsa...

Alınacak cevap bellidir.

“Mezarlardan bile yükselen bir bahar…”

İşte bu kelimelerle çizilen tablonun canlı hâlini orada görmek için bakmak yeterli.

*

Önemli bir noktaya daha işaret etmek gerekir.

Orası, İstanbul’un orta yeri.

Mimar Sinan ölçmüş.

Gücü yeten varsa itiraz etsin.

Bir alıntı ile bitirelim:

Rahmetli Haluk Dursun’un “İstanbul’da Yaşama Sanatı” adlı kitabındaki “Bayramda Sinan’ın İstanbul’u” başlıklı yazısına düştüğü şöyle bir dipnot göze çarpar: İstanbul’un tam olarak ortası Şehzadebaşı Camii’nin avlu duvarıyla Nevşehirli Damat İbrahim Paşa Külliyesi’nin kesiştiği yerdir. (Mehmet Şimşek, Haber Türk)

Şimdi orada Sezai Karakoç yatmakta.

#Sezai Karakoç
#Şehzadebaşı Camii
#Mehmet Âkif
#Necip Fazıl