Yunus’u tartışmak değil, Yunus olmak!

04:009/10/2018, Salı
G: 9/10/2018, Salı
Leyla İpekçi

Dijital çağın kültürümüzü koruyamaz hale getirdiğinden şikâyet ediyoruz. Neresinden tutabiliriz bu şikâyetin? Dijital çağ gelmeden önce bize has tüm bir yaşam kültürünü steril ve kutsal alanda muhafaza ettiğimize dair o benlik çoğaltan ve nefsi her fırsatta temize çeken savunma refleksimizle hem de.Sanki kültür yaşayan bir mekanizma değil ölü bir nesneymiş gibi. Dijital çağdan önce, misal tüketim vahşeti, ondan önce emperyalizm, komünizm vesaire kültür dediğimiz şeyi hiç değiştirip dönüştürmemiş,

Dijital çağın kültürümüzü koruyamaz hale getirdiğinden şikâyet ediyoruz. Neresinden tutabiliriz bu şikâyetin? Dijital çağ gelmeden önce bize has tüm bir yaşam kültürünü steril ve kutsal alanda muhafaza ettiğimize dair o benlik çoğaltan ve nefsi her fırsatta temize çeken savunma refleksimizle hem de.


Sanki kültür yaşayan bir mekanizma değil ölü bir nesneymiş gibi. Dijital çağdan önce, misal tüketim vahşeti, ondan önce emperyalizm, komünizm vesaire kültür dediğimiz şeyi hiç değiştirip dönüştürmemiş, sabit bir biçimde korumuş gibi.

Şimdi dijital çağla gelen ve hareketlerimizi, bakış açılarımızı, sosyal ilişkilerimizi, benlik zaaflarımızı saatlerle hatta saniyelerle değiştirip genellikle de olumsuza dönüştüren bir olgudan bahsediyoruz evet. Buna bozulan tohum, ev, aile mevhumları gibi onlarca olumsuz yansıma eklenir daha.

Lakin her türlü siyasi sosyolojik patolojik tahlilin kalp dilinde an sırrını açmaya yetmediğini görebiliyor muyuz, emin değilim. Örneğin “Zamana (dehr) sövmeyin, zaman Allah’tır” hadisini açmanın neresindeyiz?

Evvel ve ahir esmasını tefekkür etmek yerine kıyametin yakın gelecekte kopmasını bekliyoruz. Ama kıyametin kopmakta olduğunu (ol nefes / an sırrı), kesintisiz ol emrinin içinde olduğumuzu göremiyoruz. “Kıyamet kopsa bile elinizdeki fidanı dikin” hadisinin neresindeyiz peki?

Dijital çağla gelen -çocukların tabletlere esir olması ve asosyal, şiddetsever vesaire olması gibi- öncekine kıyasla daha keskin olumsuzluklar hepimizi tehdit ederken: Bu dijital çağın dışında kalarak korunacağımızı varsaymakla ya da teknolojinin ne kadarını alalım gibi tartışmalarla hakikati her yönüyle tavaf edebiliyor muyuz? Bunu da hakkıyla değerlendirebildiğimizden emin değilim.

***

Kendine her alandan rol çalan şu içinde yaşadığımız dijital dönemin (beğensek de beğenmesek de) üretilmiş bir kültür olmadığına dair tuhaf bir sanrı içindeyiz evet. Bu yanılgıyı besleyen en önemli etmenlerden biri kesrette vahdet algısını (tevhid kültürünü) terk etmiş olmamız.

İkilik ve çokluklar içinde kalbimizin putlarını çoğalttığımızın farkına varamıyoruz. Dijital teknolojinin her türlü özelliğini nefsimizin dışında bir yere konumlayarak ona bir tür ötekilik konumu veriyoruz.

Hayatımızı tehdit eden, çocuklarımızı ana babalarından daha fazla yönlendiren dijital alemin nefsimizin zaaflarından bir suret / yansıma olduğunu, alemde baktığımız her şeyin içimizde bir karşılığı olduğunu, bu şuurla ‘öteki’nin bizden ne kadar farklı olursa olsun ısrarla bizim dışımızda olmadığını nasıl anlayacağız?

Sosyolojik veya etnik aidiyetlerin ötesinde bir benlik kuyusundan bahsediyorum. Kendini ben’iyle çevreleyen kişi gizli kibir içinde olduğundan karşısındakine dönük olması ve onunla hemhal olması çok zordur. Bizi tevhid şuurunda ‘bir’ kılan işte bu hemhal olma pratiğidir büyük oranda. Sen ben / ben sen olma kabiliyeti arttığında toplumda adalet tesis etme imkânı artar.

Her şeyin yerli yerine konması demek olan adalet, evet tam bir kavuşma, hemhal olma sen ben / ben sen olma (vuslat) hali. Mecnun’un “benim Leyla” dediği noktada aşk ve irfan tecelli ettikçe ben merkezli bir hayattan sen merkezli bir bakışa kendiliğinden geçilir. Vakıf kültürümüzü böyle düşünün.

Kısacası: Karşındakini ‘öteki’ olarak kodladığında kendin de ‘ben’ ile sınırlanmış oluyorsun. Sen ile ben davasının olduğu yerde külli manaya bizi götürecek nefesi çekmemiz hiç kolay değil.

“Bir ben var benden içeri” diyen Yunus’u konuşma malzemesi haline getirip habire tartıştırmakla yetinen ama bizim Yunus ol’mamızı engelleyen nedir diye soralım artık. Öteki deyince derhal farklı olanı kast ediyorsa pek çoğumuz: Kesrette vahdet şuurunun, tevhid kültürünün sahi neresindeyiz?

***

Kaç katman mana verebiliyoruz bugün ayetlerdeki kıssalara, evliyaullahın masal sandığımız ama mesel yanını hiç algılamadığımız menakıplarına? Her konuşmamızda atıf vermekle yetindiğimiz Yunus divanına, ilahilere, tevhid sanatımızın zirve icralarına? Celali cemali bir’leyen tevhid erlerinin hakikat yolcularına bıraktığı eserler bugün sadece okunmak, ziyaret edilmek, üzerinde tartışılmak için mi var sanıyoruz?

Yunus’un hangi dizesine birkaç farklı mana verecek kadar onu yaşantımızda, sanatımızda canlandırabiliyoruz? Ya onun gibi medeniyetimizi kanatlandırmış iki bine yakın tevhid ehlinin divanını? Kültürel mirasımızda onların hakikat yolcularına bıraktığı izleri fark edip de kendimize dönüştürebiliyor muyuz?

Yunus’u tarlada sokakta gündelik hayatta konuşulan Türkçe’yi kanatlandırıp bir mana dili haline getirmiş olmasını kendi de Yunus’u içmiş (Bkz: İşitin Ey Yarenler, Yunus Emre yorumları, H yayınları) Mustafa Tatcı’nın sözleriyle “Türkçe’nin Cebraili” kılan tam da onun bu benliksiz makamdan söylemesi değil miydi?

***

Hırs tamah kibir şehvet gazap adavet kin kıskançlık yalancılık riyaset açgözlülük gibi: Nefsi emmaremizin ambalajları bize her çağda kötülüğü süslü göstermeye aday. Böyle iken hangi çağda, hangi teknolojide, hangi ideoloji veya yönetim biçiminde yaşarsak yaşayalım bugün “gecikmiş modernizmden mustaribiz” diyerek elan küresel hesapların kör kuyularında ip arıyoruz. O ipi kuyudan bağımsız sanırken atan el ile tutan eli nasıl bir’leyeceğiz? Kıyameti beklerken kurtarıcıyı dışımızda aradığımız sürece?

Bu kültür bize bir kamil ile (hak erenin nefesinde) toplumun dirildiğini (kıyam) defalarca göstermiştir. Hayy ve kayyum isimlerinin tecellisinde manayı okuyabilenler için kıyameti kıyam sırrından bağımsız bir son -Armaggedon- savaşına bağlama şekilciliği, ezel ve ebed isimlerinin hakikatini sınırlamaya yeterli gelir mi?

Dijital berbatlıklar da, vahşi tüketim de, içimizdeki evrenselliği yerle yeksan eden mesela talan ve rantçılık üzere yükselen binalar da dahil; bütün bunların henüz emmare düzeyinden öteye terbiye edilmemiş nefsimizde karşılığı olduğunu görmeliyiz. Enfüsten ayrı / gayrı afak yok!

Bunları ağyar diye dışımızda kodlayarak, suçu hep dışarda (Haktan bağımsız) bularak, ‘Yâr yüzü’nü nasıl göreceğiz her nereye dönersek dönelim?

#​Dijital çağ
#İnsan