Bir yandan siyasi sonuçları bizim açımızdan çok kritik olacak bir seçim sürecindeyiz, bir yandan uluslararası arenada kan ter ve gözyaşıyla gönlümüzü / zihnimizi rehin almaya yeminli güçlere karşı mücadeledeyiz. Ama en çok da kendi içimizde devam ediyor bu savaş. Birbirimizle.
Böyle bir dönemde, dünyanın ve memleketin bugününde savaşın maneviyat, sanat ve kültür cephesini hiç ihmal etmemek gerekiyor. Çünkü asıl savaş toprakta değil gönüllerde kazanılıyor.
Zafer insanlığın aslına dönme yolculuğunda kendini bilmesiyle gerçekleşiyor. Sanatın anadili, bu kendini bilme mücadelesinde gerek kılıçla gerek manevi kılıçla ölmeden önce ölebilenlerin gerçeğinden çektiğimiz nefesle ifadesini buluyor.
Evvelde de böyleydi ahirde de. Sonsuz şimdinin, yani an sırrının dili bu. Nece konuşursanız konuşun, manayı katman katman genişleten bir kuşdili. Gönülden gönle sözsüz emanet misali taşınıp duran benliksiz dil! İlahi. Her birimiz hak nazarında geldiğimiz seviye oranında (kendini bilme marifetinde) bu dilin neferleriyiz, bilerek ya da bilmeden.
***
İşte bu yüzden bu topraklara ruh veren hak erenlerin nutk-ı şerifleri her vakit diri söz olarak şahitliğine devam ediyor. Biz kelimeleri anlamıyoruz diye anlamı da göz ardı ettiğimizden körleşiyor, sağırlaşıyoruz Anadolu’yu elan mayalayan bu hakikat / tevhid diline.
Sevebilenler ise sevgili oluyor, işitmeye başlıyor tarihin hangi döneminde olursa olsun. Yunus’un sözüyle, “işitin ey yarenler” çağrısı, can kulağı açılanlara saklı yollardan ulaşıyor. Direkt olarak kalbe iniyor. Bu sebeple kültürümüze can katan yüzlerce eser, şiir ve dahi divan-ı ilahiyatlar hiçbir zaman demode olmuyor. Çünkü kalemin sahibi tarafından vehim diliyle değil, gerçeğin diliyle yazdırılıyor.
Önceki yazımda Yunusça adını verdiğim ümmi dilimizi hece hece sökmeye başladıkça gençliğimde öğrendiğim ‘yabancı’ dilleri hızla unuttum demiştim. Bunu sadece eğitimini aldığım İngilizce Fransızca gibi dilleri kast ederek söylemedim. Kendi konuştuğum Türkçeyi de dahil etmem gerek.
Zira Türkçe varmış Türkçe’den içre. Kelime terkiplerini her seferinde farklı kullanarak manaya defalarca sefer ettiren dil cambazlarının eserlerindeki sır paylaşılmayı bekliyor. Ne büyük bir imkan kelimelerle yaşayanlar için. Edebiyatçılar için.
***
Şair Rilke’nin mesela benzer kaygılarla Duino Şatosu’na kapanıp Tanrı’ya olan aşkını şiire dökmesi bir yöntemdir. Yunus’un, mürşidinin “söyle” emrine uyarak mısralarını serdetmesi de başka bir yöntem.
Yunus kenara köşeye, bir şatoya çekilmek ve nefsinin rahatıyla üretmek yerine mürşidine hizmet etmiş ve kırk yıl dergaha odun taşımıştır. O odunlar nasıl bir aşk ile tutuşmuşsa, her kıvılcımından dizeler doğmuştur. Tabii dergahı burada gönül olarak algılayın. Odunu da nüvemizdeki yakılıp pişmesi / dönüşmesi gereken hamlıklar olarak okuyun bu sefer.
Maşukun / Tapduk’un gönlünde doğmak, nefsini ölmeden önce hesaba çekebilenlerin, yani hakka kul olana dek mürşide / maşuka hizmet edebilenlerin yolu. Öyle bir bütünleşme ve birleşme ile gönüldün gönle kainatın kaynağından çekiliyor ilham kuşkusuz. Ve “söyle” emrine şiir ile itaat ediliyor, aşk ile.
Rilke de pek çok edebi değeri yüksek şiir yazdı şatoda. Ama tenhalara kapanıp nefsiyle baş başa kalan biri vehimleriyle yaşar. Sanat vehimlerle de icra edilir kuşkusuz. Biz bugün burada geleneğimizde tatbikatı canlı olarak devam eden tevhid eğitiminin insan yetiştiren imkanlarında yeniden derinleşmeliyiz diye düşünüyorum.
Çünkü en güzel sanat insan olmaktır (yeryüzü halifesi) ki onun edebi, kullandığı dil muhakkak ki kamillerin dilidir artık. Edebiyatın, sanatın zirvesi. Mahlukattan ve eşyadan işitilmeye devam eden, kesintisiz zikir. Hak erenlerin canlı sözü.
***
Evet sanat ki evrensel insanın anadilini konuşmakla yükümlü, onun dilinde yerli ve milli gibi tanımlar hiç dikiş tutmaz malum. Lakin mevzu katmanlı. Edebiyatta bugünün ve buranın romanı üzerine konuşmalar yapıyorum epeydir. Misal tevhid romanı, bugünün ve buranın edebiyatı için bize nasıl imkanlar sunabilir?
Bu çaba “yerli ve milli edebiyat” gibi iddialı ve kısıtlı söylemleri gerçeğin mayasıyla kanatlandırabilecek bir davet sunabilir mi? Nihayetinde medeniyet gibi büyük laflar edebilmek için dilimizi şu an nefsimizin en alt terimlerine hapsettiğimiz emmare düzeyine değil de kamil düzeye doğru yükseltebilirsek, Türkçeye yeniden miraç ettirebilir miyiz? Manayı yeniden kanatlandırabilir miyiz?
Sanat dili (edebi, üslubu, ifade kodları vs) nefsin en alt merhalesinde seyreden bir toplumun maneviyatında bir ruh medeniyetinin yapı taşları hangi malzemeyle döşenebilir? Kadavra medeniyetini putlaştıran şehvet ve gazaba dayalı bir toplumsal dili ruhun kalbin aklın aşk diline yükseltebilirsek manayı yeniden tabir edebilir miyiz?
Rıza dilini karşılıklı konuşabilir miyiz? İnsan olmamızın manasını aşkın sırlı diline tebdil edebildikçe yeniden bir minyatürün içine girer gibi rüya diline kavuşabilir miyiz? (Devam edeceğim inşallah.)
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.