Soy ağacında açan sır

04:0020/02/2018, Salı
G: 20/02/2018, Salı
Leyla İpekçi

Köklerini öğrenmek üzere e-devletin yeni hizmetini tıklamayan vatandaş yakında herhalde kalmayacak. Bu merakımızın nedenleri üzerine elbette hepimizin bir fikri, tecrübesi var.Öylesine iç içe geçmiş kültürlerden, kökenlerden, milletlerden mürekkep bir mayamız vardır ki bu topraklarda. Çokluğun birliğini hayatın içinde bize her saniye talim ettiren bir özelliğimizdir bu.Muhteşem karmaşalarımızın ruhu, bizi organik olarak birbirine bağlar bir yanıyla. Tüm değişimlerimizi içeren, sonsuz çeşitliliği

Köklerini öğrenmek üzere e-devletin yeni hizmetini tıklamayan vatandaş yakında herhalde kalmayacak. Bu merakımızın nedenleri üzerine elbette hepimizin bir fikri, tecrübesi var.

Öylesine iç içe geçmiş kültürlerden, kökenlerden, milletlerden mürekkep bir mayamız vardır ki bu topraklarda. Çokluğun birliğini hayatın içinde bize her saniye talim ettiren bir özelliğimizdir bu.



Muhteşem karmaşalarımızın ruhu, bizi organik olarak birbirine bağlar bir yanıyla. Tüm değişimlerimizi içeren, sonsuz çeşitliliği barındıran, hiçbirini dışarıda bırakmayan bir tür tevhid pratiği! Birörnekliğin değil çeşitliliğin birliğini bize söze dökmeden hissettirir hücrelerimizde yaşayan Anadolu!

Şimdi bize verilen hizmetteki resmi arşiv kayıtlarında soyağacı ancak birkaç kuşak geriye gidiyor. Hiçbirimize yetmiyor tabii. Zira neyiz, kimiz, nereden geliyoruz sorusu böylesine iç içe geçmiş milletler için böylesine hareket halindeki halklar için her daim canlılığını koruyor.

Mesela Selanik göçmeni olan baba tarafım bir yana, Eğinli olan anne dedemin Afyon’la bağlantısını, Çorumlu anneanne tarafımın geçmişini bu soyağacıyla birlikte daha da merak etmeye başladım!

***

Evet. Hareket hiçbir zaman azalmamış bu geniş coğrafyada. Osmanlı dağılmadan önceki dönemler dahil. Mübadeleler, tehcirler, zorunlu göçler, savaş ve işgaller derken... Göçle gelenler birleşip ortak siyasi güç oluşturmasın diye farklı oluşumlar iç içe yerleştirilmiş.

Mesela bu toplumsal özellikler sayesinde gettolaşma, kabileleşme, kast sistemi gibi tuzaklara pek düşmemişiz. Aşiret karakteristiği siyasete etki etse de kendini güncellemek zorunda kalmış hep. Bir yandan kökler, gelenekler, diller, kültürler unutuluyor bu yüzden. (Hele ulus devletlerle birlikte iyice.) Ama bir yandan da bu geçicilik / geçişkenlik bir tür dinamizm olarak hayatın her alanında faydacılığa çevirebiliyor bu mayanın çocukları, bu topraklarda.

Göçebe Türkler için yerleşik düzen kendi içinde bir hareket demekti. Kast sistemine, sınıfsal veya etnik ayrışmalara imkan vermeyen hareket, her daim kendini güncelleyen bir tür ruh yürüyüşüydü. Bunun hiç kesilmeden devam ettiğini gözlemliyoruz hayatın dip akıntılarında.

O kadar ki, her yerde yerli olmuş, her yerin yerlisini koynuna almış, kendi adını vermiş Türkler. Biri diğerine benzemeyen onlarca farklı kökenin, farklı kültürün çocuklarını kucağına almış, yuvayı birlikte yapmışlar.

Bugün bir ırk adından ziyade bir tür sır bu Türklük. İçinde bol miktarda siyasi ideolojik göndermesi de bulunan, celali cemali bol, tevhidî, manevi bir sır. Evin içinde herkes bir arada. Gelen misafir, bir süre sonra ev sahibi oluyor.

***

Bugün bile sosyolojik vakıadır. Anketör gelip sorduğunda herkes kendi benzerleriyle oturmaktan hoşlandığını söyler. Ne farklı dinden, ne farklı mezhepten ırktan olanlarla bir arada yaşamayı tercih etmediklerini söylerler.

Fakat gündelik hayat pratiği elan ‘Tanrı misafiri’ne kapıyı açıp içeriye buyur etme geleneğini genlerimizde muhafaza eder. Ve illa bu keskin cevaplar yüz yüze gelindiğinde yumuşar.

Kaç defa şahit olmuşumdur. Asıp keselim dedikleri “düşman Ermeniler” Anadolu yerlisi olarak karşılarına çıktığında onları bağrına basan memleketlilerine! “Kökenimizi karıştırma abla” diyen gençlerle Karadeniz’de epey konuşmuşluğum vardır mesela. “Biliriz, susarız!” İyi demiştim. Kellecilik yapıp farklı olanı düşman ilan etmekten iyidir böylesi.

Evet susup örten eski nesillerin korkusu giderek aşılırken, giderek herkes birlikte kaynıyor. Irkçılığı kınamak elbet iyidir, gelgelelim Türklük, bir ırka indirgenmek şöyle dursun, onlarca kökenin senteziyle oluşmuş, ümmice zevk edinilen tabiri caizse bir ‘yaşam tarzı’ da olup çıkıyor içinde yaşarken.

***

Tabii güncel akımların küresel algımıza etkisi bundan ibaret değil. “Günümüzde ayakları yere değmeyen ve kendini geçmişin falan döneminde yaşıyor zanneden hasta bir milliyetçilik, kültürcülük tipi türüyor” diyor Sait Başer hoca. “Türk inanma ve Anlama modeline dair” adlı kitapta. (İrfan yayıncılık, 2011)

Ama “Türklerin temas halinde olmadığı hiçbir medeniyet yok” sözlerinin öyle hamasi bir coşkulu söylemden ibaret olmadığını da her birimiz hayatımızın farklı kesitlerinde bu tespiti doğrulayacak olaylar yaşadığımız için biliriz. (E-devlet arşivinin aşırı talepten kilitlenmesi dahil!)

Başer hocanın “Türk kültürünün temel değeri hikmettir. Ve bu hikmet birlik fikrinden türemiştir” sözünü okurken, Yesevi hazretlerinin memleketinde, Türkistan’ın Çimkent’inde bunu çok yoğun yaşadığımı hatırladım. O hareketin ruhunu hiçbir şeyin kıpırdamadığı bu ıssız bozkırda bile hissetmek mümkündü çünkü.

Bir tür gurbet haliydi gördüğüm, bu en yerleşik düzende bile kıpırdamayı gerektiriyordu. Kucaklaşmak için, yola düşmek, varmak gerekiyordu. Yesevi hazretlerinin yaptığı gibi. Anadolu bu anlamda her yönden gelen gurbetçilerin anayurdu olmuştu. “Ana; dolu dolu.”

#Soyağacı
#e devlet