Siyaset: Kesrette vahdet!

04:0022/05/2018, Salı
G: 22/05/2018, Salı
Leyla İpekçi

Nerede arıyoruz 24 Haziran seçimlerinin muhayyel sonuçlarını? Kimi liste krizinde, kimi bürokratik kibirde, kimi hileli ve provokatif kanlı kansız derin operasyonlarda arıyor en arzu ettiği sonucu. Kimi ecnebi dernek fonlarının şıkırtılı itibarında, kimi muhalifliğin beslediği sonsuz kin ve nefrette, kimi milletin kahramanlık destanlarında, kimi yerli ve milli cesaretini sergileyenler arasında dibine kadar vicdanları istismar etmekte... Arıyor seçimini.Evet her birimiz seçimlerimizin sonucuyuz.

Nerede arıyoruz 24 Haziran seçimlerinin muhayyel sonuçlarını? Kimi liste krizinde, kimi bürokratik kibirde, kimi hileli ve provokatif kanlı kansız derin operasyonlarda arıyor en arzu ettiği sonucu. Kimi ecnebi dernek fonlarının şıkırtılı itibarında, kimi muhalifliğin beslediği sonsuz kin ve nefrette, kimi milletin kahramanlık destanlarında, kimi yerli ve milli cesaretini sergileyenler arasında dibine kadar vicdanları istismar etmekte... Arıyor seçimini.



Evet her birimiz seçimlerimizin sonucuyuz. İster şu lider ister bu başkan, şu parti, bu milletvekili adayı. Hangi işarete meylediyorsak, hangi alameti algılıyor, neyi seçiyorsak irademizle: İlla nefsimizin surete girmiş haliyle muhatabız. Alem ameldir dermiş eskiler. Ne geniş mana. Anlamak isteyelim yeter ki. İçerden dışarıya hiç kesilmeyen bir akış, halka halka.

***

24 Haziran seçimlerine seçimlerimiz diyerek içe doğru manayı genişletmeye başladığımda yine birileri çıkıyor, siyasete de tasavvuf katmasanız olmaz mı diye dikleniyor. Hatta birileri daha geliyor tasavvuf diye ayrı bir din vehmederek “vahdeti vücutçu” filan diye bir çerçeveye (kendi göreceli algısından mülhem) oturtuyor nefsinde canlandırıp zevk edemediği ilimler bütünlüğünü.

Hakikat bir noktaysa böyle böyle çoğalıyor işte cehalet perdelerimizle. Hz. Ali’nin “ilim bir noktaydı onu cahiller çoğalttı” dediği bu olsa gerek. Biziz çünkü nefsimizin cahili ve zalimi. En büyük perde nefsimizin zaafları.

Siyaset ayrı, maneviyat ayrı demek yetmiyor, din diye ayrı bir şey var sanıyoruz. Hayatın dışında, hayali bir din, siyasetin, güncelin, şu anın, şu zeminin dışında bir din. Vücudun her uzvunun birbiriyle ilişkisini koparacak bir gayrı’lık prensibi uyarınca güncel olan ayrı, iktisadi olan ayrı, psikolojik veya sosyolojik açılar iyice ayrı olarak kodlanıyor algımızda.

Bunların iç içe olduğunu idrak edemiyoruz. Hayat ise bütün bunlardan çok başka, hayali bir şey sanki. Hayali din gibi. Hani “O bize şah damarımızdan yakın”dı? Hac’da, Kabe’de vs. Gelince bitiyor, bir gün dinlenmeye çekiliyormuş gibi sanki!

Musa aleyhisselam “Yarabbi bana cemalini göster” deyince, kıssa odur ki, “tamam ya Musa, git şu dağın başına bekle, ben geleceğim” der. Akşama kadar bekler. Sadece bir ara ihtiyar hırpani bir adam “çok susadım” der yoldan geçerken ona: “Biraz su versen ya.” “Çekil git şimdi çok meşgulüm” der Musa. Ama kimse gelmez.

“Yarabbi neden gelmedin” diye sorunca alır cevabını: “Geldim ya Musa, senden bir bardak su istedim ya!” Böyledir işte. Her an olupdurur, ol emrinin içinde bütün Hak sırrı açığa çıkmaktadır, tecelliler hiç kesilmez. Bir milim gedik dahi yoktur, ama biz hep şu kavramda, bu tasnifte, şu tanzimde arar, seçemediklerimizi dışarıya atar dururuz!

***

Manevi büyüklerin türbesinde, makamında gidip el açmayı dua etmeyi ne çok sevsek de eserlerini, hayatlarını, onları manevi büyük kılan duruşlarını (orasını pek karıştırma diyerek) keşfetmek istemez pek çoğumuz.

Ol sebeple Aziz Mahmud Hüdai hazretlerinin eserleri değil, hacı parfümlü tesbih ve tesettür malzemeleri satılır türbelerin girişinde. Din neden gençlere hitap etmiyor da ateizme deizme kayıyorlar diye dertlenmek sosyolojik ve tarihselci bakışın bir ironisidir tabii ki!

Tarihsel okumayla muhakkak bir yerlere oturuyor zihinde bütün kendi kendimize ürettiğimiz ve sıralamaya koyup referans verdiğimiz bu tanımlar. Ama hepimiz kendi zihnimizdeki kitap bilgilerinden mülhem şahsi kategorileri delil gösteriyoruz din denilen kavram karmaşasına. Ne vahdetçi ne tasavvufçu ne şucu bucu! Hiçbir şeyci olamaz oysa hakikat yolcusu.

O nefsiyle cihad etmeye, Hakta fani olmaya gelmiştir. “Ölmeden önce ölünüz” hadisi, nefsini Müslüman etmeye talip olan mücahitlerin kişiye özel yöntemini diriltir, yönsüzlüğe dönenlerin tavafını gerçekleştirir. Hangi yönde hangi kavramın mecazında takılıp kalırsa salik, o işte onun dünyası, onun seçimidir!

“Bugünün mürit mürşit ilişkisini anlattığınız aşk romanınızda 15 Temmuz’un işi ne” diyor bazı okurlar. İnsanın sevgilisi (vatanı) için canını feda etmesi aşk değilse ne? Vatanı gönül (maşuk), iradesiyle tankın önüne kendini siper edeni mürid (aşık) olarak görmüyorsanız, her şey tek katmanlı en yüzeydeki şekilden ibaretse sizin için: Işid gibi Kuranı şeklen algılayan, manalarında derinleşmeden yorumlayan zihniyetten farkınız sadece kelle kesmemekte mi?

Siz orada siyaset görüyorsunuz diye herkes sadece sizin baktığınızı mı görmek zorunda? Kimine siyaset kesret, kimine vahdet!

***

Tasavvufu dinden, ameli alemden, bilgiyi kalp ilminden koparan zihniyet kendini dindar, diğerlerini sapkın olarak gördüğünden bütün dini kuralları doğru uygulamakla ‘canlı Kuran’ olunabileceğini vehmediyor. Kuralların anlamına vakıf olmayı hiç arzulamadan!

Seçemediklerimizin, sevemediklerimizin, celalli bütün tecellilerin, başımızdaki belaların, zalimlerimizin Rabbi başkaymış sanarak!

Vücudun her uzvunun imamı gönül olduğunda kılınmış olacak ol namazı hedeflemediğinden: Namazın “müminin miracı” olmasını şekilsel bir kurallar bütünlüğü gibi algılamakla yetiniyor. Peki neyi seçiyor Allah’ın salih kul ve velilerini dışlayarak?

Resulullah hakikatinin temsilcisi olmadığı, Allah’ın veli isminin tahakkuk etmediği bir tek an olabilir mi? Vahdette kesret derken, kesrette vahdet derken nefsinde ispat edilmemiş, hayatta tatbikatı olmamış bilgileri aktarmaktan ibaret bir seçimin vergisini velilere kesince din kemale ermiş mi oluyor? Sahi nerede arıyoruz 24 Haziran seçimlerinin muhayyel sonuçlarını? Kendimiz dışında?

#Siyaset
#Seçim