Rüya dili

04:005/06/2018, Salı
G: 5/06/2018, Salı
Leyla İpekçi

Seçim öncesinden sonraki seçimlere hep devredecek siyasi çabaların başında ne geliyor? Güncel politikada yeri olmasa bile kendisi mevcudiyetiyle tastamam siyaset olan kültür sanat!Bir toplumun kültür sanat ruhunu oluşturan dil edep üslup gibi unsurlar kanatlanmadan medeniyet gibi büyük laflar etmek mümkün değil.Kültürümüzü güncellemekte ve kesintisiz üretmekte bize lazım olan manevi yapıtaşlarını döşeyecek evrensel sanat kriterlerini kendimizden / yaşantımızdan çıkarabilmek hepimize bir sorumluluk

Seçim öncesinden sonraki seçimlere hep devredecek siyasi çabaların başında ne geliyor? Güncel politikada yeri olmasa bile kendisi mevcudiyetiyle tastamam siyaset olan kültür sanat!



Bir toplumun kültür sanat ruhunu oluşturan dil edep üslup gibi unsurlar kanatlanmadan medeniyet gibi büyük laflar etmek mümkün değil.

Kültürümüzü güncellemekte ve kesintisiz üretmekte bize lazım olan manevi yapıtaşlarını döşeyecek evrensel sanat kriterlerini kendimizden / yaşantımızdan çıkarabilmek hepimize bir sorumluluk yüklüyor.

***

Mayamızdaki sırlı gerçekleri, en meçhul ama kesintisiz özelliklerimizi hayatımızın canlı izlerinde nasıl yakalayabiliriz ki sanatın diline tebdil edelim diye bir derdi/ bir sanat kriteri olsun isterdim seçilmiş ve seçilecek olan kültür sanat mercilerinin.

Ve hatta bu ifade türlerini belli bir edep ve üslup içinde üretmemize imkan veren yaşam kültürümüze ait gündelik hayat kodlarını bugünün ruhunda yeniden oluşturma çabası içinde olan sanatçıların kıymetini bilseler. Onların sayısını çoğaltmayı hedefleseler keşke. Böyle bir dert ile geleceğe bir tohum atmış olur muyduk toplumca?

Misal uyuşuk tembel hımbıl bir gençliğin küresel şımarıklığından toplumca mustarip iken biz, 15 Temmuz’da ortaya çıkan gaza ruhumuzu veya merhamet dayanışma ya da fedakarlık gibi buranın yaşantısını mayalayan bazı özelliklerimizin yankısını geleneğimizde veya bugün üretilmiş sanat eserlerinde izleyebiliyor muyuz?

Çünkü sanattan asıl amaç bizi gerçeğin katmanlı, iç içe ve derin yapısına yaklaştırmak olmalı. En dipte hepimizi bir kılan hakikat ruhuna, nurlu öze ait bilmeden konuştuğumuz o anadilde buluşturmak olmalı!

O halde soru basit: Gündelik hayatta ve yaşantı biçimlerinde canlı olarak devam eden gönül dilimizin yankısını edebî bir üsluba aktarabiliyor muyuz? Bunun neresindeyiz?

***

Mevzuyu edebi türler içinde romandan açmış olduğum bir önceki yazımda kaldığım yerden devam etme niyetindeyim. Kıssalardan, nutk-ı şerifler ve menakıplardan, masal ve mesellerden izlenen yaşam kültürümüzü bugünün roman üslubunu dönüştürmekte ve güncellemekte kullanarak edebi dili kanatlandırabiliriz diye düşünüyorum.

Böylelikle eser olmaya aday bir romandaki karakterler, zaman ve mekan belirleyicileri, akış ve kurgu gibi romanın altyapısını ve aslında ruhunu oluşturan unsurları kendi iç sesimizden, hayatımızın kaynaklarından çekmeyi becerebiliriz. Romanın dili ve biçimi, bir tür tevhid romanı ruhuyla, Batı’dan adapte ettiğimiz formların çok ötesine taşıyabilir bizi.

Üstelik bize has olanı romanda hakkıyla ihya ederek muhakkak ki evrensel insan hakikatini kuşatmış olacağız. Romanın / sanatın ana teması insandır zaten. O halde “sanatta milli ve yerli” denildiğinde darlaştıran ve kısırlaştıran bakış ne kadar kulağımızı tırmalarsa tırmalasın:

Ancak örtüleri kaldırıp katmanlı gerçeğimize yaklaştıkça kendimize has olan üslubu kuracağız. Ve ancak yerli, yerel milli, ne derseniz deyin kendimize has olanı yapabildiğimiz ölçüde evrensel ifade / anlatım ölçütlerine varacağımızı düşünüyorum.

***

‘Dışarıdan’ adapte edilen sanat üslubu elbet faydalı ve besleyici de olabiliyor lakin bununla yetinmek bizi hep kendi gerçeğimize yabancı tuttu. Ve evrensel sanatın dilinde eserler üretmemize mani oldu.

Yine ‘dışarıdan’ uyarlanmış sosyolojik veya psikolojik ölçütlere uygun oluşturulan kişilik tiplemeleriyle geleneğimizin insana ‘O’nun en güzel sureti’ olarak bakışını ihtiva eden dilini unuttuğumuzu düşünüyorum.

Güzel derken sadece olumlu, pamuk yüzlü karakterlerden bahsetmiyorum. Celali ve cemaliyle ‘razı olmayı bilen’ yetişkin / bütüncül bir varlık olarak insana bakan ve yaşadığı olumsuzluklarda bile Hakkı tanımaktan, muhatabının Hak olduğunu bilerek davranmaktan (en özde bizi bir kılan gerçeğimiz) hiç vazgeçmeyen kahramanlara ne çok masaldan kıssa ve öyküden aşinayızdır.

Bunları uzun uzun örneklerle anlatmak da bir gün mümkün olur inşallah. Ama şimdilik şunu demekle yetineyim: Tevhid gerçeğinden vicdanımızı ve gönlümüzü uzaklaştırdıkça ‘iyi’ ve ‘kötü’ kahramanların basmakalıp psikolojik öykülerine hapsettik insan algımızı.

Misal, çocukken annesi tarafından sevilmemiş biriyse sonradan kadınlara kötü davranan bir erkek tipiyle karşılaşmaktan usandık. Bizi yaşantı tarzı ve düşünce yapısıyla nefsi emmare düzeyinde tutan bir diyaloglar silsilesi ve zihin akışı diliyle gerçeğimizin ‘rüya dili’ni tabir etmemiz mümkün değil.

Sebep sonuç ilişkilerinin ötesinde insanın bir nasip sırrı vardır. Mizacıyla, kaderiyle, devrederek getirdiği özellikleriyle kendi kendine ördüğü. Bunun sırlı diliyle yazılmıştır hakikat dilini kuşatmış insanlığın büyük öyküleri. İsterse hikayesi köyünden hiç çıkmamış son derece yerli ve yerel bir karakteri anlatsın!

***

Örneği gençliğimden beri sevdiğim İtalyan yazar Cesare Pavese’nin bir hikayesinden vereyim. Onun taşradan çıkıp çok şey görmüş yaşamış bir kahramanı, bir gün köyüne döner. Yıllar önce çocukken bıraktığı ve artık epeyce yaşlanmış olan köylüsüyle karşılaşır. Ve hayatında hiç yaşadığı köyden çıkmamış bu ihtiyarın halini, tavırlarını gözlemler. Onun taşla, yıldızla, ağaçla kurduğu ilişkisinin arka planında insanlığın hiç değişmeyen özünü yakalar.

Kendi biriktirdiği mecazlarla, kendi dönüşen hayatına kattığı değişim ölçüleriyle bu hiç değişmemiş yerli yerel milli taşralı denilecek her özelliği haiz kahramanının iç dünyasında okuru gezdirir Pavese.

Onun suyla toprakla tahtayla ağaçla kurduğu ilişkinin evrenselliğini, hepimizin iç dünyasındaki benzerlikleri son derece güncel bir bakışla.. yaklaşarak ve uzaklaşarak, girerek ve çıkarak öyle müthiş bir dille bize yansıtır ki. İşte dersiniz insana ait yaşanılan her gerçek evrenseldir!

Çünkü onu nasıl ele aldığın, hangi dil ve ifade seviyesinden anlattığındır kültür sanatını dar ve kısır halde bırakacak olan ya da genişletip evrenselliğe açacak olan! Sanatların en güzeli olan insan’ın / yani burada romancının kelimelerle kurduğu rüya dilidir ki hepimizin kalbinde bir karşılığı olan!

İşte kendi gerçeğinin içine dalıp ‘yetim inci’yi toprağının, suyunun, memleketinin en diplerinden çıkaramayan bir sanatçı, insanlığa hitap edecek gerçeğin diline ulaşamaz. (Devam edeceğim inşallah)

#Rüya
#Dil