“Neye bakar isen kendi yüzündür!”

04:007/04/2018, Cumartesi
G: 7/04/2018, Cumartesi
Leyla İpekçi

İşte yine bahar cilveleniyor pencerenin ötesinde. Bir tanksavar çevikliğiyle püskürtüyorum bütün nefret bombalarını üzerime atılan. Beni sev. Arayacağım dediğinde ara. Şunu yapacağım dediğinde hakkını ver. Çünkü kendine verdiğin kıymetim ben.Senin yüzün neden böylesine güzel söyleyeyim mi; içinde benim de yüzüm olduğundan! Bunu bilmiyordum sevmezden önce. Sana bakan gözlerimden içeri bir güzel var. Onu gör artık benim yüzümde. An içinde sır olalım birbirimizin yüzünde. Bakan da bakılan da bakış

İşte yine bahar cilveleniyor pencerenin ötesinde. Bir tanksavar çevikliğiyle püskürtüyorum bütün nefret bombalarını üzerime atılan. Beni sev. Arayacağım dediğinde ara. Şunu yapacağım dediğinde hakkını ver. Çünkü kendine verdiğin kıymetim ben.



Senin yüzün neden böylesine güzel söyleyeyim mi; içinde benim de yüzüm olduğundan! Bunu bilmiyordum sevmezden önce. Sana bakan gözlerimden içeri bir güzel var. Onu gör artık benim yüzümde. An içinde sır olalım birbirimizin yüzünde. Bakan da bakılan da bakış olsun.

Öylesine usandım ki benliğimden. Artık onu hamal gibi sırtımda taşımaktan yoruldum. Yükü kendi benliği olan birinin en büyük savaşı sevmek değilse ne? Yeryüzünün bütün savaşları sevememekten çıkıyor.

Sen ise durmadan nefret ediyorsun. Nefretle attığın her bomba, benliğini büyütüyor. Kendinsin yakıt olan bu ateşe. Ama bak bir de bahar alevleri var. Dallar beyaz pembe çiçekleniyor, tatlı bir üflemeyle esen rüzgar, bahçede açmakta olan güllerin lalelerin sırrından kokular taşıyor burnuma. Ateşe durmuş tabiat.

Çiçekler, beyaz pembe zerreler, mis kokular, şırıltılar hışırtılar hep sana bana bir şey söylüyor. Bizimle konuşuyor eşya. Emin ol, sana ettiğim şu niyazdan farklı değil: Sev! Alev alev!

***

Memleketini, yaşadığı yeri sevemeyen, her fırsatta başına gelenleri hor gören nasıl da hiç gelemiyor horlanmaya. Başından ezemediği benliği, her yandan pırtlıyor tomurcuk misali. Ama bahar çiçeklerinin değil, fitnenin ateşini harlamaya. Sevemediği her şey kendi suretine bürünmüş, ona düşmanlık ediyorken: Giderek yabancılaşıyor.

Nefret etmek yabancılaştırıyor, uzaklaştırıyor gerçeklerin evinden. Çünkü kişi kendi gerçeğini gönlünde taşıyor. Ve ancak sevmekle açığa çıkarıyor onu. Dumansız alev olup yayılmaya...

Gerçeği içine sığdıran yegane aza kalp. Kainata sığmayan mümin kulunun kalbine sığıyor. Gizli hazine! Nasıl bir kalptir ki bu hazinenin saklı olduğu kalp? Kemâlatına ermiş olan. Kamil insanın gönlü.

“Neye bakar isen kendi yüzündür.

Kimde ne görürsen kendi özündür.”

Böyle diyor Yunus. İspatı kolay mı? Bütün kainatın kendi yüzüm olduğunu benliksiz bir makamdan / şirke düşmeden kalbim nasıl tasdikleyecek? Nasıl bir marifet gerek bunun için?

***

Acizane yazarken kelimelerden ibaret bir alem oluyor bütün kainat. Sevemediğim ne varsa, yerli yerine koymaya çalışıyorum harflerle. Bir bakıyorum, bir ahenk oluşuyor. Kalbimde karşılığı varmış meğer! İşte böyle anlarda sevemediğim ne varsa, gerçeğe örtü olduğunu bir daha görüyorum.

Eleştirmek sevenlerin işi. Gerçek bir muhalif nefret eden değil sevendir diyorum. Ve yazdıklarım, istediği kadar muhalif olsun, özünde sevmekle gerçek oluyor, olacak. Bunu ancak yazarken anlıyorum.

Nefret edenlerin, yakıp yıkarak itiraz edenlerin, öfkeyle hırsla bağırıp çağıranların muhalefeti neden her şeyi yerli yerine koymaya yetmiyor? Özündeki gerçeğe ulaşamadan benliğin kara ateşiyle örtüldüğü için. O ateş ki yakıtı sevemedikleri her şey. Yunusça söylersek; yine kendi!

Sevemeyenlerin dili (tavırları, yaşantıları..) kalbi genişletmek yerine darlaştırıyor. O halde nasıl kainata sığmayan nefret eden bir kalbe sığabilir ki. Nefretin dili vasatlaştırıyor, kendi benliğine hapsediyor baktığım her şeyi. Dışarıda, etrafta itiraz ettiğim ne görüyorsam, kendi nefsimin sureti oluyor.

“Neye bakar isen kendi yüzündür.

Kimde ne görürsen kendi özündür.”

***

Güzeli görmek bunca çamurun fitnenin ortasında marifet istiyor şüphesiz. Öncelikle güzelin içinde celal olduğunu kabullenen bütüncül / tevhidî bir bakış gerekiyor. Bu da ancak sevmekle mümkün. Pasif, direnmeyen, savaşmayan, insan hakları adına haksızlıklara ses çıkarmayan, barış adına adaletsizlikleri sineye çeken pamuk prenses tavrından bahsetmiyorum.

En kanlı savaşların, en berbat işlerin ardında muhatabının bir olduğunu, atan el ile tutan elin bir olduğunu kabullenerek yaşamaktan / ama mücadelenin gereği neyse hakkını vererek, hakkın işini yapma şuurunda olarak savaşmaktan bahsediyorum.

O vakit savaşta katlettiğin de kendi yüzün işte. Nefretle katledersen katil oluyorsun, terörist oluyorsun. Hakkın işini yaptığının şuuruyla gazaya gidersen, sancağı zirveye diktiğinde kurşunlansan da dirisin. Hakka karışanın gerçeği surette değildir sanırım, baştan aşağı kendidir mana.

***

Ebu Cehil’in Resulullah’a (sav) bakıp ne kadar çirkinsin demesine mukabil, Ebubekir’in (ra) yine aynı yüze bakıp ne kadar güzelsin demesi gibi. Bir ayna kamilin yüzü. Ademi mana. Bize yansıyanın o değişmeyen öz olduğunu bilerek baktığımız, kendi yüzümüz daima. Tekrarlamak, her seferinde başka bir yüzünü açığa çıkarıyor bu gerçeğin:

“Neye bakar isen kendi yüzündür

Kimde ne görürsen kendi özündür.”

Alemlere ayna olan yüz. Nereye bakarsak gördüğümüz, göreceğimiz. Nefsimiz Kuranî tabirle hangi merhaleye gelmişse ol demden gördüğümüz! (Nefs-i emmare’den mutmaine’ye, kamile’ye yedi katmanlı.) O zaman işte nereye yönelirsek içinde benlik olmayan, suretten öte yüzdür yöneldiğimiz. Hakkın gören gözü, işiten kulağı, konuşan dili olmuş yüz.

Yunus’un “bir ben vardır bende benden içeri” sözü bize özümüzdeki birliği gösteren yüz olsun. Dışarıda başka yüz kalmayana dek. Pencerenin ötesindeki bahara / sevdiğimin yüzüne bakarken “bu yüzde ben de varım” dedirtsin inşallah.

#İnsan
#Alem
#Yunus Emre