Mânâyı kanatlandıran Yunusça!

04:0026/05/2018, Cumartesi
G: 26/05/2018, Cumartesi
Leyla İpekçi

Seçim dönemlerinde kulağımız özellikle duymaya başlar. Politikacıların kullandığı dil nasıl da tırmalayıcı gelir böyle dönemlerde. Kavgalar, polemikler, sen ben davaları, çekişmeler, hırs dolu karalamalar derken, seçmenler de boğaz boğaza gelebiliyor kolayca.Fitne fesat dilinin kemiği yok. Tabii haklı olmanın dili de buna dahil. Haklılık giderek karşısındakine tahakküme dönüşmeye başladığında, haklı olmanın edebini koruyamamak nefsimizin bir zaafı olup çıkıyor.Seçim dönemlerinde fark ederiz ki;

Seçim dönemlerinde kulağımız özellikle duymaya başlar. Politikacıların kullandığı dil nasıl da tırmalayıcı gelir böyle dönemlerde. Kavgalar, polemikler, sen ben davaları, çekişmeler, hırs dolu karalamalar derken, seçmenler de boğaz boğaza gelebiliyor kolayca.


Fitne fesat dilinin kemiği yok. Tabii haklı olmanın dili de buna dahil. Haklılık giderek karşısındakine tahakküme dönüşmeye başladığında, haklı olmanın edebini koruyamamak nefsimizin bir zaafı olup çıkıyor.

Seçim dönemlerinde fark ederiz ki; nefsimizin en sınırlı en alt terimleriyle konuşuyor politikacılar. Çünkü çoğunluğa hitap etmek bunu gerektiriyor. Ne kadar avam olunursa, zihin ne kadar sığ kelimelerle dolarsa o kadar kolay olur etkilemek. Sanılıyor.

Elbette tenzih edilmesi gereken pek çok siyasetçi de var. Ama genel kural böyle. Çoğunluk her zaman avam kabul edilir, kaba genellemelerin odağıdır, şefkatle değil öfkeyle coşar, havaya girer. Dil terbiyesinin politik kampanyalarda hiçbir işlevi kalmaz.

Ramazan’ın da etkisiyle olsa gerek, her uzvumuza oruç tutturmanın edebini oluşturmaya çalışırken dilimizi de terbiye etmeye çalışıyoruz. Neyi duyup duymayacağımız, neyi nasıl duyacağımız vesaire giderek daha hassaslık gerektiriyor. Can kulağı açılmaya başladıkça kullandığımız dilin tuzağına düşmekten biraz olsun kurtuluyoruz, ama kesintisiz bir gaflet çok daha uzun soluklu bir mücahade gerektiriyor kuşkusuz.

***

Bazı lider adaylarının çocuk müsameresine dönen konuşmalarını dinlerken Rize’deydim. Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesinde düzenlenen Yunus Emre ve Tasavvuf konulu bir etkinlikteydik Mustafa Tatcı hocayla birlikte.

Yurtiçinde ve yurtdışında konusu Yunus olan bu tarz konuşmalarda hep aynı şey oluyor. Tasavvufu dinin iç yüzün olarak algılayıp aşk ve irfan eğitimini keşfetmek ve derinleşmek isteyenler ile bütün velilerin ve eserlerinin künhüne vakıf olmuş da Kuran’la çeliştiğine varmış gibi verdikleri hükme delil oluşturmaya çalışanlar hemen ayrışıyor.

Siyaset ya da maneviyat; aslında konuşulanlar hiç fark etmiyor. Konuştuğumuz ne olursa olsun, bizimle konuşan neden bahsederse etsin, anlıyoruz ki Hakkın konuşan dili, işiten kulağı olma yolundayken ancak derinleşmek ve gerçek olmak mümkün hale gelebilecek. Bir başka deyişle nefis mertebelerinde yükseldikçe dil de hakikat diline dönüşüyor. Dönüşecek.

Bizim kültürümüzde ayetten mülhem her şey konuşur. Yaratanı anar, hamd ile tesbih eder. Çünkü varlık canlıdır ve canlı olan her zerrede aşk vardır, varoluş aşk üzeredir. O yüzden aşk hakikati kesintisiz bir ifade, zikirdir, sonsuz bir konuşmadır. Ezelden ebede.

Evet her şey konuşuyor ama bir tek insanınki dil ile ifadeye dayanıyor. Yani burada insan olmanın dil ile ilişkisini kuruyoruz. Ümmice bildiğimiz, öğrenmeden konuştuğumuz, içimizden bildiğimiz bir dil vardır. Geleneğimizde de güzel sanatlar hep bu dilden neşet etmiştir. Eşyayla konuşuruz, eşyadan gelen sesi işitiriz. Kalbimize nakşolunmuş aşkın dili. Anadilimiz.

Nefsimizi ruh kıldıkça (nefsi emmareden mülhemeye, kamileye yedi mertebe) dilimiz de hakikat dili oluyor evet. Büyüklerimizden gördüğümüz de bu; dil terbiyesi ancak nefsimizin mertebelerinde yükselmekle tatbikata dönüşüyor. Hakikat dili gönülde işitilmeye başlıyor.

Anda her ne işitse her ne görse her ne söylese muhatabının Hak olduğunun idrakıyla dilde derinleşmek aynı zamanda bir edep kazandırıyor kaleme. İşte bu eşsiz bir imkan benim gibi kelimelerle yaşayanlar için.

Burada da nitekim böyle oldu. Bana Yunus ve diğer velilerin sözlerini işittiren hocamı dinlerken, Yunusçayı hece hece sökmeye başlamanın zevkini çıkarıyordum. Bir romancı olarak bu dilin peşindeydim hep. İlk romanımdan beri. Ve nihayet bu dilin efendileriyle tanışmaya başlayınca başka bir dil işitemez oldum. Öğrendiğim bütün ‘yabancı’ dilleri unuttum.

***

Hak erenlerin nutk-ı şerifleri dile geldiğinde nasıl da hoplatır içimizi. Edebiyat geleneğimiz divanlarımız, şiir ve türkülerimiz, masallarımız bizi kendimizle ve varlıkla konuşturur. Onları okumak onları dinlemek de bir tür konuşmadır. Kıssalar şerh ve tefsirler derken şiirle menakıpla duayla ağıtla muhakkak ki bizim Yunusçamız konuşulmaktadır kesintisiz bir zikir misali Anadolu’da.

Anadolu ki sevenlerin yurdu, her adımda bir azizin canlı sözü yankılanır. Anadolu kamil insanın gönlüdür bizim için. O gönülde doğanlar onu doldurur, ona dokunur, kendini kelime kelime hece hece dokur.

Ariflerin bir şiire, mısraya, bir kelimeye her seferinde farklı manalar vermesi nasıl bir marifetse, Anadolu’nun konuştuğu Yunusça budur işte! Bir yandan çok basit gelir bize işittiklerimiz. “Gönüller yapmaya geldim… Sevelim sevilelim” vesaire. Ama bir yandan aç aç, katman katman derinliklere daldırır bu dil onu işitmeye çalışan yarenleri!

Şimdi seçim döneminde zihnimizi hadım eden sığ siyaset dili bile arifin kelimelerinde bizi en saklı hazinelerin kapağına aralamaya götürüyor. “Yunus’un dili çözülmeden dilin Yunus’u olunamaz” derken hocam, birden sorumluluğumun farkına vardım.

Yıllardır yazmanın bendeki karşılığı için “kelimelerin miracı” der dururum. En büyük amelim. Yunusça tam da buydu!

#Mana
#Hak