‘Kişisel gelişim’ küllî manayı örtüyor!

04:002/10/2018, Salı
G: 2/10/2018, Salı
Leyla İpekçi

Kişisel gelişim adı altında önerilen modern yöntemler belli aşamalarda ne kadar işe yararsa yarasın son kertede kişinin nefsini bilmesine katkı sunmuyor, ruha akla kalbe yaklaştırmıyor. Aksine benliğinin en alt merhalesine, egosuna kilitliyor onu. Çünkü kişiyi benliğinin altın kafesine hapseden tema hiç değişmiyor: Faydacılık!Yoga yaparsam stresten kurtulurum, aromaterapiye gidersem sıhhat bulurum, homeopatik yaşarsam huzurlu yaşarım, namaz kılarsam vesveseden kurtulurum vesaire. Her ne yaparsan

Kişisel gelişim adı altında önerilen modern yöntemler belli aşamalarda ne kadar işe yararsa yarasın son kertede kişinin nefsini bilmesine katkı sunmuyor, ruha akla kalbe yaklaştırmıyor. Aksine benliğinin en alt merhalesine, egosuna kilitliyor onu. Çünkü kişiyi benliğinin altın kafesine hapseden tema hiç değişmiyor: Faydacılık!



Yoga yaparsam stresten kurtulurum, aromaterapiye gidersem sıhhat bulurum, homeopatik yaşarsam huzurlu yaşarım, namaz kılarsam vesveseden kurtulurum vesaire. Her ne yaparsan kendi gelişimine yararlı olmalı, her ne eylesen sağlığına kariyerine huzuruna mutluluğuna katkı sağlamalı, her nasıl yaşarsan kendine yarar sağlamalısın.

Nedir bu? Kişisel faydacılık temelli bir gelişim. Nereye götürüyor bizi? Nefsimizi bilmeye mi, onu örtmeye mi? Benliğimizi bu kadar geliştiren bu algıdan ibaret bir kişisel gelişim metodu arifane bir tavra bizi yöneltebilir mi? Varlığın iç yüzünü tabir ettirir mi, bizi manamıza kavuşturabilir mi?

***

Her şeyi kendi yararın için yapmak bir tür kibir (gizli benlik) oluşturuyor hepimizde. Doğal hak haline geliyor almak. Sürekli kendinde hak bulmak, Hakkı kendine izafe etmek aslında Hak yok demeye geliyor. Her istediğinin doğal sahibi olarak benliğini kutsayan biri sanki alarak tatmin olabilirmiş gibi.

Bir bakıma rantçılık, rüşvetçilik vaadi bu yöntemler. Kişiyi ancak kendine ayırdıklarıyla (para mülk itibar vs) yani sahip olduklarıyla var etmeye odaklı.

Bu her şeyi kendine alarak tatmin olma (gelişme) yanılgısı kişiyi daha mutsuz, bunalımlı, endişeli ve tabii daha da tatminsiz kılıyor. Kişi alarak değil vererek tatmin olur çünkü. O kadar ki verecek bir tek şeyi kalmayana. Canı dahil. Canının bile kişisel mülkü olmadığını idrak ede! Evet, kadim mürid mürşid ilişkisinin temeli yok olmaktır.

Ben yokluğumla övünürüm / El fakru fahri diyen bir peygamber bize sadece bir lokma bir hırka ile yetinin mi demek istemiştir? Ne kadar kısır ve yüzeysel bir algı bu. Yok olmayan Hak’ta fena bulabilir mi? O’na karışabilir mi, hadisteki gibi O’nun gören gözü, işiten kulağı olabilir mi?

“Allah vardı ve O’nunla beraber başka bir şey yoktu.” “Ölmeden önce ölün.” Gibi kelamların canlı tefsiri olmadıktan sonra, nefsine arif olup onu terbiye (Müslüman) etmeden fakrıyla hangimiz övünebiliriz ki? Sünnet peygamberin yaptıklarını şeklen tekrar etmekten ibaret olsaydı, ne kolaydı evliyalık. Din ‘güzel ahlak’ tamamlanmadan kimin tekeline girebilmiş ki?

***

Kişisel gelişim odaklı yöntemler bize bir tür kazan kazan teklifinde bulunuyor, şahsi menfaat beklentisini körüklüyor. Yokluğun bilinciyle değil, sahip olmanın bilinciyle varoluşa katkı sunacağımız yanılgısını çoğaltıyor.

Aşk ve irfanı devre dışı bırakıyor. Ya da şöyle diyeyim: Aşkı bir tür faydacılık ilişkisi olarak kodlamamıza yol açıyor. Aşkın aksine hiçbir karşılığı yoktur. Beladır. Her şeyini vermeyi talep eder. Elini taşın altına koymadan, bedel ödemeden aşkı nefsinden geçiremez aşık.

Evet, kişisel gelişim uzmanları kalbimizin (belaya belî diyen ahlakımızın) üzerini faydacılık gerekçeleriyle örtüyor. “Attığın zaman sen atmadın” ayeti ne müthiş tefekkürdür bize. Ehli bilir muhakkak ama acizane:

Egomuzdan ibaret olmadığımızı, benliğimizi üst mertebelerde yüceltecek olan ve kendi gerçeğimizin nuruna kavuşturacak olan bilinci geliştirebileceğimizi... Mülkü sahibine teslim etmenin yolunun kişisel gelişimdeki önermelerin tam zıddı olduğunu… Israrla kendini ispat etmeye, her olayda nefsini temize çekip haklılığını savunmaya, başarmaya, kısacası bir şey olmaya odaklı hiçbir yöntemin kişisel tatmine ve gerçek anlamda huzura dönüşemeyeceğini…

Sadakat, fedakarlık, dosdoğruluk, söze ve ilişkiye itaat, hak hukuk gözetmek gibi vermeye dair eylemlerde Hak bilincinin saklı olduğunu… Yani eylemlerimizin ve sıfatlarımızın sahibini ne kadar şuurla bilebilirsek nefsimizin o denli ‘benliksiz ben’ merhalesine erişebileceğini…

***

“Dön sen O’na; sen O’ndan razı, O senden razı” makamına ne yapalım ki alarak değil gönülden vererek ulaşılıyor ancak. Razı olmanın sırrını celalde cemalde Hakkı bir’lemekle mümkün görüyor büyüklerimiz. Razı olmadan kalbin mutmain olması öylesine imkânsızdır ki, Hak sırrının üzeri nefsimizin en obez özellikleriyle örtüldükçe örtülür durur.

Evet bireysel tatmin ve mutluluğun yolu her tecellinin Hak olduğunun şuuruyla hepsini O’ndan bilmek, rıza göstermek dedik. Lakin bu da fedakârlık ve çileyle bağlantılı. Rahatla, lüksle, konforla, nefsine itaat etmekle kalkmıyor hakikatin perdeleri. Aksine daha da katmanlaşıyor.

Hakkımı savunayım derken Hakka körleştiriyor. Özgüvenim artsın derken sebep sonuç ilişkilerindeki nasip sırrını daha da örtüyor. Endişeli, vesveseli, paranoyak ve narsist tavırlarımızı besliyor. Sanki Hak’tan başka bir şeyle manevi boşluklarımızı doldurmamız mümkünmüş gibi, bizi birer ‘egolojik tüketici’ olarak piyasaya sürüyor. Biz kişisel gelişim adı altında benliğimizi geliştirmeye devam ettikçe varlık bir bütün olarak içeri kaçıyor, küllî mana ile gerçeğimizin arasında mesafeler varmış gibi oluyor.

***

“Önce kendini değiştir, sonra dünya değişir!” “Başkalarını sevebilmek için önce kendini sev!” Böyle diyor ya uzmanlar. Aslında bunun öncesi sonrası yok. Başkalarıyla hemhal oldukça, etrafına yardım ettikçe, merhamet gösterdikçe, hak hukuk yememeye başladıkça zaten o çokluğun içinde kendini de düzeltmeye, inşa etmeye başlıyorsun.

Zira çokluğa ihtiyacımız var bir’leyebilmek için. Ben ve başkaları birbiriyle eş zamanlı iç içe geçiyor. Hemhal oldukça “başkaları da ben” demeye başlıyorsun. ‘Öteki’ algından silinmeye başlıyor. Amaç her baktığının ‘dost yüzü’ olduğunu fark edebilmek. Nereye dönersen O’nun yüzüne baktığının şuuruna kavuşmak.

Bu anlamda bir kavuşma (hemhal olma) kişisel gelişim diye bir şey varsa eğer, acizane atılacak ilk adım olmalı. Kişisel faydacılığın yerine ben merkezci değil sen merkezci bir bakış katarak atılmalı o ilk adım vesselam.

#Kişisel gelişim