Birkaç yazıdır ‘bize has’ olanın evrenselliğine dair ölçütleri nasıl belirleriz, özellikle de Batılı bir form olan romanın tevhid kültürümüzün diliyle, bugünün ve buranın romanına ait bir edebi, üslup ve formu nasıl kurabiliriz mevzuunu açmaya çalışıyorum.
Çünkü “yerli ve milli” sanat dediğimizde eğer insanlığın evrensel diliyle bağlantı kuramazsanız son derece kısır, sığ ve niteliksiz eserleri sanat adına yücelterek medeniyet martavalları atar durursunuz. Bir toplumun ruhen yükselmesi, sırlı bir maneviyat alanında kalbin anadilini işittirmesi ve konuşturmasıyla mümkün.
‘Dışarıdan’ adapte edilen sanat üslubu elbet faydalı ve besleyici de olabiliyor lakin bununla yetinmek bizi hep kendi gerçeğimize yabancı tuttu. Ve evrensel sanatın dilinde eserler üretmemize mani oldu.
Önceki yazımda ‘dışarıdan’ uyarlanmış sosyolojik veya psikolojik ölçütlere uygun oluşturulan kişilik tiplemeleriyle geleneğimizin insana ‘O’nun en güzel sureti’ olarak bakışını ihtiva eden dilini unuttuğumuzdan bahsetmiştim. Tevhid gerçeğinden vicdanımızı ve gönlümüzü uzaklaştırdıkça sanatta da hayatta da ‘iyi’ ve ‘kötü’ kahramanların basmakalıp psikolojik öykülerine hapsettik insan algımızı.
***
Roman karakterleri bugün artık giderek psikolojik / trajik bir ‘ben’ algısı ile kurgulanan kişiliklerden ibaret kalıyor. Halbuki geleneğimizde ‘benliksiz ben’ (Yunusçası “bir ben vardır benden içeri”) mertebesinden konuşan, söz söyleyen müthiş bir kahramanlar geleneği vardır.
‘Psikolojik ben’in ötesini tabir ederek ‘ilahi ben’ algısıyla insana, aşka, hayata bakan kahramanların varoluş ve yok oluş / gayb oluş halleri bize öylesine harikuladeliklerle dolu bir dil ve mana genişliği sunar ki. Tahayyül ettiklerimiz misal alemine indikçe mesellerden masallara gerçeğin en gizli kahramanlarının diline aşina kılar bizi.
İnsanı en güzel sanat olarak kendi hayatının kahramanı kılma serüveni muhakkak ki kahırla belayla sınanmayı ve bunları alt etme marifetini de içeriyor. Yunusça dediğim gönül dilimizin akışını belli bir edebi formda hayatımızın romanı halinde üretirken kahramanların defalarca ölüp dirildiği bir alemde yoklukla gelen bir varoluş bilincini tefekkür edip dururuz.
Yaşantıyla sınanmamış bir bilgiye yaslanmamalı romanın anlatıcı kahramanı. Onun hedefi anlatırken yaşamak, yaşatmaktır. Bir nefesin içinde ölür dirilir okuyan. Her ölüşü bir ‘ben’ sesine can verir. Her dirilişi bir ‘ben’ sesini keser, cümlelerini siler, azaltır.
Kısacası tevhid romanındaki ‘ben’ anlatısı bir nüve, bir misal olarak ben’dir. Şahsi bir göndermesi, kişilik analizlerinden ibaret bir özelliği yoktur. Binlerce ben çıkarır okur bu anlatıcı ben’in dilinden. Sen diyerek, o diyerek anlatan kahramanları da ben’dir aslında.
Ama hangi ben? Gerçeğin giderek sahtesiyle yer değiştirdiği, giderek estetik rötuşlarla algı operasyonlarına alet edildiği, çarpıtıldığı, saptırıldığı bir dünyada yazarın insanlığın gerçeğine yaklaşması gerektiğini düşünüyorum. Bunun da yolu kendindeki gerçeğin perdelerini açmaktan geçiyor.
Çünkü özde gerçeğin nuru bir. Aslımıza dönme yolculuğunun bir minyatürünü bize çizebilmeli tevhid romanı. Her nefis kendi içindeki gerçekte Hakkı bilme yolcusu ise: Tevhid romancısı da bu niyetle kalemini secde ve kıyam ettirdiğinde kelimeler miraç etmeye başlayacaktır.
Tıpkı tek olan gerçeğin farklı merhalelerde farklı suretlerde algılanması gibi: Roman kahramanlarının dili de suretlerin çeşitliliğine ayna tutabilir. Zaten her birimiz kendi hayatımızın hem okuru hem yazarı değil miyiz?
Hayatımızı bir roman kabul edersek onu yazan kalemin mürekkebi aşktır. Evet hayatımızı ‘güzel sanatlar’ın canlı tatbikatıysa eğer, teması hep insan olan romanın dili, bize kendimizde okuyup yazmakla ömür tükettiğimiz o kesintisiz aşkı seslendirir. Dillendirir. Aşk ki insanın en güzel icrası. ‘Mutlak icracı’nın en güzel sanatı. Çünkü içinde kendi var.
Biz aşka yaklaştıkça kendiliğinden roman kahramanlarının dili derinleşmeye ve manayı kanatlandırmaya başlayacaktır. Ve giderek nefsin dili ruhun, kalbin, aklın ve sırrın diline dönüşecektir. Bu dönüşümün / dirilişin ruhu, mayamızdaki sırlı gerçeğin ta kendisi. Hiç yok olmayan, daima işitilmek için can kulağı, can gönlü bekleyen!
***
Tevhid gerçeğinin her seviyeye farklı manalarda tecelli etmesi gibi, tevhid romanının da katmanlı, rumuzlu, işaretli, mecazlı yapısı romanda zaman ve mekana bakışımıza tesir eder. Mekan; bütün yeryüzünün mescid olmasındaki iç içe manalar gibi, ayakkabılarımızı çıkarıp girdiğimiz o emin beldedir. Masivayı terk ettiğimiz, her şeyde hakkı temaşa ettiğimiz bir iç dünya algısının tamamıdır bana göre.
Bütün alemler gönül olduğunda, evden çıksan da dışarısı yoktur artık. Her yer evdir. İşte tevhid romanında bu mekanın sonsuzluğuna ait duygu her vesileyle anlatıma yansır. Ana mekan örtülü, tasvire ve tanıma gelmeyen, bir anda bir demde görünüp gayb olan ama bütün kelimelerin toplamını ihtiva eden bir yüz olabilir. Sevenlerin kelimesizce gördüğü.. Resulullah’ı seven kalptir burada mecazî mekan.
Mekan yine bazen kayıp sevgilisini arayan bir kahramanın peşinden koştuğu gizemli bir isim olabilir. İçinde bütün öven ve övülenlerin dilini barındıran. Kendinde toplayan. Bir isimde bütün isimleri içeren. Okur da giderek bu saklı yüze tutmaya başlar gönül kamerasını. Romanın mekanı olarak gönül kamerası!
Bu örneklerden mülhem mekanın ruhundan kahramana yansıyan hal ve ondan okura ulaşan anlamı hikaye etmenin derdi kalemle bir minyatür çizdirir romancıya. O minyatür ki bize has olanın en kamil düzeyde bir tefsiridir. İşte kelimelerle bir minyatürün içinde olduğumuzu bize hissettiren tevhid romanı, “yerli ve milli” olan duygularımızın evrensel kılıfıdır aynı zamanda. Sanatta da hayatta da.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.