Kıymetli bir büyüğüm bana serzenişte bulundu geçtiğimiz günlerde. Senin tasavvuf sevgin sosyolojiye mesafeli bakmana yol açmasın. Tasavvuf diye bütünümüzün anlamından ve dahi pratik somut hayatımızdan ayrı bir tür varmış da onu sevmek diye ikinci bir şey daha olmuş gibi tuhafıma gitti.
Gerçek iç içe geçmiş sefertası gibi değil miydi? Şeriat tarikat hakikat marifet. Biri diğerinin anlamında mevcut. Ayrı bir tür olarak algılanamazdı ya tasavvuf! Ayrı’sı gayrı’sı, ağyar’ı yoktu ki.
Evet, gerçeğin içi var, içi var. Daldıkça, öze yaklaşma çabasında derinleştikçe yani tevhid tohumunun nefesimizin özü olduğuna iman ettikçe, ‘tasavvufu sevmek’ tabiri layt bir söylem gibi pasifize etti beni. İçinde tatbiki olarak yaşamaya çalıştığım her şeyi!
Kendi hakikatimizin nuru ile özümüzü ayırmak gibi geldi bana. Enfüs ile afak; iç ile dış birbirinden kopuk iki ayrı şey olabilir miydi ki! Kesrette vahdet şuuru hiç mi kalmamıştı kültürümüzde?
Dışımızda çevremizde hayatımızda ne oluyorsa kendi nefsimizdeki yansımasına ayna tutmaya çalışmak değil miydi misal roman yazıyorsam, katmanlı dil tasavvuru benim için? Neresinden ne söyleyebilirim derken tasavvuf kelimesinin nasıl dejenere olduğunu bir daha fark ettim. Kavram karmaşası sözlerimizin kalbine perde olmuştu yine.
***
Kavramlar bizi bölüyor evet. Modernizm, modernite, post modernizm, liberalizm, faşizm derken küreselleşme, dijital sanat, kavramsal sanat, muhalif sanat, muhafazakâr liberallik, çağdaş muhafazakârlık geldi. Sanırım yakında ikili tanımlar da yeterli olmayacak bize. Tanzim ettikçe tasnif etmeye olan ihtiyacımız artıyor.
‘Tasavvuf sevgisi’ de böyle içi kullanılmaktan boşalmış, dejenere edilmiş, manasından soyutlanmış ne zamandır. Kimi için tasavvuf bir malzeme. Bazıları için bir ilgi alanı. Çoğumuz için vakti geçmiş bir tekke geleneğinin adı, yani tarihe malolmuş bir söylem.
Ama an sırrının hikmetini gönlümüze koyma kudretindeki capcanlı bir tedrisattan geçmek bütün kavramların nefsimizin geldiği merhaleyi temsil eden sınırlı bir dil üzerine kurulu olduğunu bize haykırır durur.
Nefsimizin ancak emmâre düzeyinde seyreden bir küresel dil ve anlayış içinde yolculuğuna habire takozlar konduğunu ve asıl sorumluyu burada aramamız gerektiğini hangi kelimelerle söyleyebilirdim.
Bundan olsa gerek durup vazgeçmeden, ısrarla dil mevzuuna yaklaşmaya çalışıyorum yazılarımda; Anadolu’nun ümmi dilinden Yunusça dediğim ledün diline, edebiyattan sosyolojik hatta akademik dile. Bir toplumun dili hangi seviyedeyse gönül medeniyeti de o seviyededir diyerek. Farklı alanlardan dil ile kültür, inanç, din, sosyoloji ilişkilerine eğilmeye çalışıyorum.
***
Tanımların tasvirlerin sıfatların birbiriyle kaynaşmak suretiyle kendi kastımızı açıklayacak bir anlama ulaşmış olduğumuzu varsayıyoruz. Lakin bu tanımlar öylesine değişken, öylesine göreceli ki, batıdaki en ‘radikal sosyalist’in söylemi küresel dünyadaki algı skalasında en fazla buranın muhafazakârıyla örtüşebiliyor mesela.
Birbirimizi giderek anlamaz oluşumuzun ardında bu her konuşana göre değişken tanımlarla birbirimizi yaftalamamız yatıyor biraz da. Öylesine kopuk, öylesine ilişkisiz kaldık birbirimizle! Ortalık ‘kullan at’ kavramlardan geçilmiyor. Tüketilmeyen hiçbir şey yok. Sayısız kimlikliyiz. Sonsuz etiketliyiz.
O kadar ki, kendimiz hakkında yaptığımız her tanım bizi nefs-i emmârenin dünyasına hapsediyor. Sanki insan yaşayan dönüşen bir varlık değilmiş gibi, sabit denklemli bir tür aygıtmış gibi birileri tarafından çivileniyoruz duvara. Ama hepsi bu değil maalesef.
Bugünün küresel aktörlerinin asıl gücü işte tam da bu tanımlama ve hüküm verme inisiyatifini elinde tutmaktan kaynaklanıyor. Kavramların vesayeti onların ana teması.
***
Medeniyetler çatışması gibi bir kavram ortaya atıp sosyolojiden tarihe, kültürler arası ilişkilerden inançlara, dine, meşrebe, alt ve üst kimliklere, stratejik jeopolitik siyasetlere kadar her alanda insan varoluşunu bu kavramın içine yerleştirme çabasıyla yirmi yıl geçirdik mesela.
Şimdi çoktan demode olmuş, yaşadığımız dünyanın hiçbir gününü açıklayamayan, analiz edemeyen bir kavram haline getirdik onu. Dejenere ettik, çok kullandık ve usul usul fırlatıp attık.
Bazı kavramlar ise çok daha etkili olmasına rağmen daha çabuk kalktı tedavülden. Bazı kavramlar da içi son derece kaypak olmasına rağmen öyle bir sabitlendi ki hayatımıza, söküp çıkaramıyoruz. Kutuplaşma gibi.
Küresel hegemonyanın zihinsel ve kültürel vesayetinden usanmadık mı? Hayatımızın her alanında kavramlar ortaya atıp bizi içinde kavura kavura hakimiyet kurmasından? Bugünün giderek bir örnek ve sınırlı terminolojisinden nasıl geniş anlamlı bir gerçeğe yaklaşacağız ve içinde hiç kimsenin dışlanmadığı bir bütünlüğe varacağız?
***
‘Kültürler arası etkileşim’ gibi aslında son derece hegemonik olan bu kavrama rağmen: Batı kültürünü kendimize adapte etme veya kendimizin o kültüre benzeyen yönlerinden bir sentez yapma çabasından artık vazgeçmeliyiz. Birbirimize benzeme çabası mazlum olanın iğdiş edilmesiyle sonuçlandı çünkü kaçınılmaz olarak.
Bize lazım olan farklılıklarımızı, birbirine karıştırıp sentez haline getirmek suretiyle hibrid bir tanıma kendimizi hapsetmek değil. Benzemez’lerimizin kesrette vahdet şuuruyla birbirine karıştırmadan kavramsal ittifaklar içinde ele almak.
Ve yine bize lazım olan içinde yaşadığımız gerçeğin dilinden insanın evrensel gerçeğine katkı sunmak. Tevhid kültürümüzün insana ve ben’e bakışını misal Yunus’un söyleminde temsilini bulan ‘bir ben var benden içeri’ hakikatinde yeniden katmanlaştırmak zorundayız.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.