Yurtdışında ülkemizi çeşitli alanlarda temsil eden elemanlarla konuştuğumuzda dönüp dolaşıp aynı mevzuya geliyor söz. Diyorlar ki: Kültürümüzü, insanlığa ait evrensel değerlerimizi ortak bir dil ile ifade edemiyoruz. Mesela Yunus Emre kimdir, Mevlana’nın kıymeti nedir gibi soruları duyduğumuzda onlara şöyle kısa ve vurucu şekilde bunu anlatacak bilgilere, kitaplara ihtiyaç var.
Her seferinde bir boşluk açılıyor içimde. Henüz geleneksel metinleri, divanları, menakıpları hakkıyla ve anlamları şerh ederek çeviri yapacak bir tercüme merkezimiz bile yok. Eserlerimizi kendimize has söylemleri en yerinde formlarla, güncelleyerek yepyeni manalarla tercüme etmekten aciziz. Arayıp taradığımda yapılmış birkaç Yunus şiirinin çevirileri manayı ihtiva etmekten uzak.
Hele nutk-ı şeriflerin, ilahilerin, tekke edebiyatının, musiki kültürümüzün, mimari eserlerimizin anlam denizine insanlığı daldıracak bir uluslararası enstitümüz bile yok. Hoş olsa ne yazar, yetişmiş kadrolarımız yok ki! Lakin her şeyi biliyormuşuz gibi kesin söylemlerle Mevlana şu, Yunus bu, konuşup duruyoruz. Tanımlardan, tamlamalardan, tasnif ve tanzimlerden medet umuyoruz anlamlandırmak için.
***
Mayamızdaki ancak sanatla ifade edilebilen sırlı hakikatten insanlığın tekamülüne fayda sağlayacak, maneviyatına değer katacak ifade biçimleri devşirmekten aciziz. En önemlisi, bizde / içimizde olanı da güncelleyemiyoruz.
Çünkü bizim için de koskoca bir medeniyet algısı ölün bir nesne kıvamında ancak. Bilgileri, sözleri aktarmakla canlanacak sanıyoruz. İçinde yaşamadığımız, hayatımızda tatbik etmediğimiz hangi değeri canlandırabiliriz ki, bugünün ruhunda bir sanatsal ifadeye dönüştürerek dünyaya mal edebilelim?
Bizzat bizlerin ehil elinde katmanlaşmış bir tevhid sanatı zevk ve birikiminden ne kadar uzak olduğumuzu, alıntı ve aktarımdan başka bir yaşantı kültürünün nefesini çekemediğimizi göz ardı ederek, yurtdışında bir Türkçe öğreten kurum açınca konu halloldu sanıyoruz.
Sanki iki alıntıyla Yunus Emre’nin evrensel sözlerini öğrendik, öğrettik. Ne haddini bilmezlik! Had bilinmedikçe hudut da konulamıyor. Hududu çizilmemiş, çerçevesi belirlenmemiş ifade biçimleriyle etik ve estetik formlarda sanat eserleri vücuda gelemiyor doğal olarak.
Serbest çağrışıma dayalı, yakîn bilgisinden uzak, hoşgörülü bir küresel dilde üretilmiş yüzeysel eserleri diplomatik kültür endüstrisine pazarlamak dışında aslımızı (insanlığın aslını) keşfetmek gibi bir derdimiz yok. Ve bu da muazzam bir insanlık gerçeğinden yansıyan hakikatin gönlümüze değmesine engel oluyor.
***
Mesela geleneğimizdeki kıraathane kültürünü canlandıralım dedik. Evet sanal alemden çıkıp biraz olsun yüz yüze geldik, dostluk pekişti, çay ve envai çeşit küresel tatta kahve içildi, evet sosyalleştik. Ve evet evde aile sofralarını zaten çoktan beri kurmaz olmuş, kafe sofralarında yiyip içmeye başlamıştık. Kıraathanede fazladan biraz daha kültürle haşır neşir olduk muhakkak.
İyi de kafelerde, millet kıraathanelerinde terbiye edilebilir mi kişi? Talebe olup öğrenebilir mi? Büyüklerimiz der ki, insan okulda talim olur, tekkede terbiye edilir. Bugünün tekkelerinin yerini tutan bir kültür merkezi, bir kıraathane, bir kitap kafe mekânı var mı sizce?
En büyük kıraathanelerden biri Üsküdar’da, belediyenin açtığı meşhur mekân. Elbette büyük bir faydası oldu gençlere, ideal bir buluşma ve çalışma platformu oldu. Lakin Üsküdar müdavimleri Üsküdarlı Nasuhi efendinin divanından, Üsküdarlı Selamsız’ın menakıbından, Üsküdarlı Aziz Mahmud Hüdai’nin yetiştirdiği Cennet efendiden, Manevi hazretlerinin divanından, yani aslında bugüne ve insanlığa ne söylediklerinden bihaber. Maneviyatı olmayan beldeler ölüdür. Mekân ki insanla kaim. Nerede nefes?
***
Hepimiz böyleyiz. Neyi bilmediğimizi dahi bilmeden, kültür sanat yapıyoruz, medeniyetler buluşması düzenleyip baskın küresel batı kültürünün söylemleriyle mesela ‘hümanist Yunus Emre’ ve ‘insan hakları savunucusu Mevlana’ türetiyoruz. Kabımız kapasitemiz bu terimlerle sınırlı. Kalbimiz mühürlü.
Sınırlar kalkacak oysa bir gün. Vizesiz, gümrüksüz, halka halka genişleyecek gönlümüz. Hazır mıyız? Yunus’tan en bilindik bir dizeyi aktarırken hangi evrensel manaları vereceğiz küresel insanlık havuzuna?
Bir süredir Yunus ve Mısri dizelerini bir yabancı dile çevirmeye çalışan ekiple birlikte kelimelerin içinde anlam yolculuklarına çıkıyorum. Ve bir kez daha şunu anlıyorum. Evet bu müthiş katmanlı insanlık hakikatine ait yaşantılanarak icra edilmiş kelimelerin pek çoğu yabancı dillere aktarılamıyor, anlamları da mevcut değil.
Lakin tevhidî hakikat öylesine evrensel ki, hangi seviyesinden bir kelimeyle ifade etmeye kalksanız, bir yerinden sizi kendisine bağlıyor. Öyleyse bize düşen öncelikle kendi konuştuğumuz dilin bu hakikat diline olan ‘yabancı’lığını gidermek olmalı.
***
Yunus’un entelektüel söylemlere, akademik terimlere, sofistike deyişlere ihtiyaç duymadan, herkesin konuştuğu gündelik hayatın dilini kanatlandırmasının tecrübesini anadilimizde yaşamaya başlarsak ne göreceğiz?
Mevlana’nın belki insan hakları savunucularının terimlerini kuşattığını ama oraya sığmadığını. Yunus’un belki hümanist batı kültürünün söylemlerini içerdiğini ama oraya indirgenemeyeceğini. Böyle tevhidin dilini kullanarak sanat üreten binlerce tevhid sanatçısı var kültürümüzde. Geçmişi güncelleyemedikten sonra, sanat bizi dönüştürmüş olabilir mi?
Bu hedefle çıkılmayan yolda, medeniyetin yapı taşı olan maneviyatın nasıl silahla bombayla kavga gürültüyle sabote edildiğini görelim. Neredeyse İslami değerleri toz toprak içinde yok sayan bir insanlık algısında nasıl boğulmakta olduğumuzu görelim.
Ve aslımıza dönme yolculuğunda kendini bilme yöntemlerini eğitimin, kültür sanatın, kültürel diplomasinin diline sokacak bir yaşantı tatbik edelim. Yoksa yakında insanlığa sunacak hiçbir değerimiz kalmayacak.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.