‘Hatta daha da yakın!’

04:0011/08/2018, Cumartesi
G: 11/08/2018, Cumartesi
Leyla İpekçi

İbn Arabi hazretlerinin sandukasının önündeydim. On dört veya on beş yıl önce. Şam’da. Hamdediyordum. Aldığım hümanist / seküler eğitimi, geldiğim batılı çevreyi, okuduğum post modern kitapları velhasıl her şeyin ötesini tabir etmeye başladığım günlerde yazdığım ve beş yıla yayılan roman bitmek üzereydi.Evet şükrediyordum çünkü türbede el açan, alnını secdeye götüren, Hazreti İnsan’a varmanın farzlarını merak edip uygulamak isteyen, Allah’ı sadece yukarıda değil her yerde (şah damarından yakın,

İbn Arabi hazretlerinin sandukasının önündeydim. On dört veya on beş yıl önce. Şam’da. Hamdediyordum. Aldığım hümanist / seküler eğitimi, geldiğim batılı çevreyi, okuduğum post modern kitapları velhasıl her şeyin ötesini tabir etmeye başladığım günlerde yazdığım ve beş yıla yayılan roman bitmek üzereydi.



Evet şükrediyordum çünkü türbede el açan, alnını secdeye götüren, Hazreti İnsan’a varmanın farzlarını merak edip uygulamak isteyen, Allah’ı sadece yukarıda değil her yerde (şah damarından yakın, kendi gerçeğinde) bilmeye talip olan biri için batı uygarlığı dışında öngörülecek bir çıkış yolu yoktu.

Çünkü bir yaratıcı varsa eğer (bilinmezcilik, ateizm vesaire derken) ona en iyi ihtimalle yukarıda veya uzakta bir yön tayin etmiştik. Hayali bir Allah. (Hâşâ!)

İşte böyle bir anda ellerimi açmış dua ederken bu hümanist, Marksist ve her türlü –ist sıfatıyla bezeli hayatımın tevhid tohumuyla nasıl yerle yeksan olmaya başladığını ifade edecek bir dil konuşuyordum. Hece hece onu sökmeye başlamıştım.

Bu köklü iç dünya değişiminin içerden dışarıya halka halka sirayet ederek nasıl dünyayı / kâinatı değiştirebileceğini bunun için bütün azalarının gönül olmasına değeceğini göstermek istemiştim romanımda.

Gerçi ben de bilmiyordum ama bilmeden biliyordum işte. Kalbin anadiliydi bu. Vehimden değil, gerçekten ibaretti. Bunu bilmesem de her şeyden işitilmekte olduğunu fark etmiştim. Bunu kelimelere dökmek bana verilmiş bir emanetti.

***

Evet İslam’ı tekelinde gören cemaatlerle, vaizlerle, hocalarla hiç ilişkim olmamıştı ama içinden geldiğim bir bilgi vardı. Tevhid gerçeğini zedelediğini fark ettiğim hayat bilgisi: Yöntemli kuşkuculuk. Eşit mesafelilik. Bir de katma değer olarak sezgi.

Bunları ‘norm’ kabul eden bir eğitim sisteminde yetişen kim bilir kaçıncı nesildik üstelik. Toplumlar böyle ilerleyebilir, uygarlaşabilirdi ancak.

Evet sezgi bize hep en müthiş yöntemlerden biri olarak öğretilir. Bilimsel sezgi. Özel ilişkilerde sezgi. En objektif gazetecilik araştırmalarında sezgi. Hep bir katma değerdir eylemlerimize. Fakat sezginin nasıl kutsandığını ve bizi nasıl yarı yolda bıraktığını tevhidi öğrenmeye başladıkça fark ediyordum, yıllar içerisinde gıdım gıdım.

Sezgi de gönülle ilişkilidir muhakkak lakin illa kuşkuculuğu elden bırakmamak kaydıyla değerlendirilmeyi gerektiriyordu. Kuşkuculuk da pozitif bilimlerin, çağımızdaki modern eğitim müfredatının ana izleği. Vehim bir diğer adı. Algı operasyonu bir diğeri. Çoğaltın günün ruhuna uygun olarak.

Kuşkuculuk adına: Her görüşe eşit mesafede durarak münevver olunamıyordu, vatansız veya evsiz kalarak dünya vatandaşı olunamadığı gibi, her inanca eşit mesafede kalınarak iman nuru da kalbinizde açılamıyordu. Aynı şekilde her görüşe objektiflik adına eşit mesafede kalarak gerçeği keşfetmiş olmuyordunuz ister bir gazeteci ister bir romancı olarak.

Denize dalınca derya bir’ idi. Ama biz dalgalardan bu kıyısız okyanusta olduğumuzun farkına varamıyorduk. Damladaki umman bilgisini göremeyecek kadar çok sezgisel kuşkuculuk içindeydik. Kanıt arıyorduk inanmak için. Baktığımız her şeyde mevcut olana, kalbimize, içimize, sırrımıza kanıt arıyorduk.

Yakîn bilgide kuşku ve vehime yer kalmaz artık. Elbette kitap bilgisiyle başlar. Ama asıl gönülde doğar, mânâsını açar, sizi sınar. Ve gerçeğinizle buluştuğunuz ölçüde nefsinizle bilme aşamasına geçersiniz. Ve gerçeği nefsinizde ve eşyada ispat edebiliyorsanız, ‘bir’ olursunuz; vuslat sırrını kendi hakikatinize kavuşmakla bilirsiniz. (Hakke’l yakîn.) Gelenekte kişiye özel yöntemlerle (zira topluca İslama girilse de toplu irşad yoktur) bu kadim tecrübeden damıtılan bilgi öğretiliyor. Aşk ve irfan!

***

Peki bu süslü cümlelerin neresinde bugünkü aşk ve irfan düzeyimiz? İnsan-ı hakikiyi, arif-i billahı, veliyi, Hak ereni, Allah dostunu taklidî bir şeyhten ayırt edebiliyor muyuz? Sosyolojik, güncel, siyasi malzemelerle döşediğimiz bir zihin algısıyla çamurun nuruna dalabilir miyiz? Neye talibiz?

Tevhid gerçeğine kendini bilme, kalp ilmi, yakîn sırrı dersek: Bunu salt kitabî bilgiyle öğrenip hayatında ve nefsinde tatbik etmemiş Müslüman çoğunluk için, hemen her musibetin altından çıkan Masonik yapılanmalar her zaman korku ve endişe verici olacaktır. Bu yüzden İbn Arabi hazretlerinin sandukasında elimi açıp dua ettiğimde ne müthiş bir ikrama muhatap olduğumu fark etmiştim.

Birey olmak için kul kelimesinin içini nasıl boşalttırmışlardı bize. Kul; Öven, övülen.

Sevgili! Ah!

Bugünün sosyolojik psikolojik iktisadi terimleriyle hakikati tasnif ve tanzim etmeye ve dahi tasvir ve tarif etmeye doyamayan ‘kürsü bilginleri’ hangi dilde talep edilebilirdi ki ‘kabe kavseyn ev edna’ (iki yay arası hatta daha yakın) sırrını açmayı?

Bizler şimdi Evanjeliklerle Fetö arasındaki devamlılığı vs keşfededuralım, Masonik yapılara karşı olan direnişimizde tevhid kültürümüze uzak kalmaya devam edersek yine tuzağa düşürülebiliriz. Bize gereken tevhid gerçeğine (İslam’ın özüne) bizi bağlayacak kalp dilini yeniden konuşmak.

Zira hilebaz ve taklidi şeyhleri mahkûm edelim derken sırrını kutsamış evliyaullahın temsil ettiği hakikatten uzaklaşıp siyasi ve selefi bir din algısına hapsolursak, bizi zayıflatmak için rahip krizlerini çıkartmaya dahi gerek kalmaz.

#FETÖ