Defterini kendin yazıyorsun. Gönül denilen şu defter dolarken yaprak yaprak, hızla dökülüyor yıllar. İster mürekkep ol, ister hokka; illa yazılıyor defter. Çünkü kalemin sahibi var.
Kalemin yürümesi; her iniş kalkışıyla bir harften diğerine, nasıl bir yolculuksa artık kâğıt üzerinde! İşte bizimkisi de hayatın içinde böyle. Mana kazandıkça kelimeler, kalemin yazdığı defterde boş yaprak sayısı azalıyor, azalacak!
Alınyazısı misali amel defterini de dolduruyorsun konuştuğun ve sustuğun dillerde.
Ölmeden önce ölmeye niyet edenlerin nefislerini muhasebeye çekme ameliyesi gönül defteri tamamen dolmadan önce gerçekleşmeli oysa. Nedir ‘ikra’ emri? Neyi okumak?
Kalemin yazdıklarını diyelim. İster gönül defterinde, ister insan yüzünde, doğada, çevrede, gökyüzünde, zerreden küreye her şeyde.
Okumayı kitap okumakla sınırlandıranların kendi defterlerinin yapraklarına nasıl bir mana verdiğini bilemem. Lakin, elime aldığım kitabı gösterip: “Bu sadece bir kitap değildir” demek isterim. İnsandır; okumayı bilenimize! Kitapla ikiz olmuş okur! Canlı söz!
***
Evet okunulan kitaplardan bana ne kalıyorsa, ne süzülüyorsa, ne damıtılıyorsa hece hece, işte defter vardır orada! Canlı sözümde, yaşayan kelimelerimde tuttuğum defterlerdir kitaptan aldığımı kitaba verecek olan.
Beni okuduklarımın nasıl dönüştürdüğünün delilidir defterler. Ben derken, misal olarak ben. Elbet benim gibi çok yazar var. Ama şimdi gençlere soruyorum:
Şu kitabı okudun mu; evet diyor. Evet. Hepsi bu. Ödev duygusuyla, zoraki bir evet. Bir çentik attık anlamında bir evet. İyi de ne kaldı sana? Ne verdi okudukların, ne götürdü senden? Neyi dönüştürdü? Nerede bunun kanıtı hayatında? Tavırlarında?
Oku’mak, kelimeleri sende ve yaşantında canlandırmadıktan sonra gerçekten ‘ikra’ komutuna uyup ‘ikrar’ etmiş oluyor musun gerçeği?
Gerçeği diyorum gençlere evet. Okudukların seni kendi gerçeğine yaklaştırmıyorsa, seni oyalamaktan eğlendirmekten öteye gidemiyorsa, seni başka biri (o başkası da benim diyecek denli çoğul) yapmıyorsa, seni ruhen ihya etmiyorsa, sen o okuduklarınla neyi imar edeceksin? Diye soruyorum.
Konuştuğun ve yazdığın dile değer katacak yepyeni manalar veremeyeceksen, okuduğundan gönül defterine hazneni genişletemeyeceksen, okuma daha iyi!
Yok okuyoruz diyorlar yine de. Fakat ancak kaba saba bir medya diliyle. Kopuk kopuk, birbirini izlemeyen, durmadan kesilen, fragman gibi cümlelerle, evet ancak bu şekilde okuyabiliyorlar. Kısa birer tivit cümlesine sıkışıyor gerçeğin tabiri onların dilinde.
Anlamı derinleştirmek yerine sığlaştıran laubali bir dili anlayabiliyorlar. Keşfetmek, odaklanmak, öğrenmek, dilleşmek, derinleşmek gibi dertleri yok. Ayrıntılardan ziyade kaba genellemelere, ezberlenmiş terimlere dayanıyorlar.
Peki ne oluyor o zaman? Haz ve hırsı, şehvet ve gazabı kamçılayan ‘kolay okunan’ kitaplar satılıyor. Biraz zora girseniz, sizi allayıp pullayan kitapla nereye kadar, biraz da tokat yemeyi göze alsanız? Sanat, edebiyat; ne okuyorsunuz Tanpınar, Kemal Tahir? Peyami Safa? Hayır diyorlar, birbirimizin yazdıklarını okuyoruz! Bu yeter!
Sonra geleneği güncellemekten, edebiyatın zevk veren birikimlerinden filan geçip medeniyet kuracağız diyorlar ve dahi ülkemizi seviyoruz! Slogan cümlelerle.
***
Dilsiz edebiyat olmaz. Edep, gönlün dilidir.
Seni içine almayan, seni kendi yüzüne yaklaştırmayan metinler gizli bir şiddet / tahakküm içeriyor. Teşhir ve röntgenci ilişkisini kurmak için yazıya gerek yoktu ki. Kelimeleri bahane etme diyorum. Ne itibar ve şöhret edinmek için, ne ticari meta olarak.
Bir toplumun nefsi hangi seviyedeyse dili o kadardır dememiz boşuna değil, dilini düz, kırık dökük, kıvrımsız bırakırsan konuşma diliyle yetinirsen nereye kadar kültür sanat üreteceksin? Herkes vasatından anlar nasılsa. Konuş dur. Yazının dili konuşma diliyle aynı olsaydı, neden yazılsın ki bunca kitap, neden dolsun ki bunca defter?
Daha önce yazdığım bir hitabı buraya da aktarmanın tam sırası: “Yazmak senin için bir edebe, üsluba, bir dil yolculuğuna dönüşmüyorsa yazma. Edebiyat sana zevk vermiyorsa, kendi derinliklerini açmıyorsa roman, hikâye yazma. Roman asıl olarak dildir, haldir, üsluptur, olayları ve bilgileri kurgulamaktan ibaret değildir.
Yazmak seni bana yaklaştırmıyorsa, bana kendini hakkıyla vermiyorsan yazma. Senin süslü sözlerine, akıp iç içe geçmeyen kopuk sloganlarına, kulaktan dolma bilgilerine ihtiyacım yok. Promosyon ürünlerin hediye yerine geçmez. Hemhal olmak istiyorsan en kıymetlini vereceksin, yoksa yazma. Kelimelerini kendine sakla.”
***
Evet yazar, kitap yazmaz defter yazar. Kendine giden yoldur, aynadır defterleri ona. Hayatın dipnotlarını, kitapların alıntılarını defterine geçirirken seçimlerini görür. An içre kıssalarından menakıp yazacak hale gelir. Hem giyinme odasındadır defterin sayfalarında, hem soyunma odasında.
Kelimeye bürünen her gerçek bir örtüdür çünkü aynı zamanda. Kalem yazarken örtmektedir.
Bu muhteşem süreci bir’lemeye yarar defterler. Yıllar içerisinde aynı imgeleri bambaşka anlamlar ile canlandırarak yazarsın. Tekrar eder imgeler ama her seferinde başka bir saklı yönüne ışık tutar defterlerde. Farklı bir perspektifte o anki zuhûrata tabi olacak yepyeni anlamlara bürünürler.
Kalem ki isteyerek buluşur kağıtla. Temiz bir sayfa ki gönülden teslim olur kalemin yazdıklarına.
Edebin, üslubun, tarzın, zevkin birikme mahallidir defterler. Niyeti halis olan yazar için bir tür kendini / Rabbini bilme imkanıdır. Neresinden okuyacaksın yaprakları ey okur - yazar?
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.