Dünyayı her kelimede değiştirdim. Ben dünyayı... Yazarak... Evet hece hece, harf harf değiştiriyordum. Gölgenin yer değiştirmesini izlemek yetiyordu. Bir çığlığın içinde, gümüş gecelerde gizlenmek yetiyordu.
Her şeyden duyuluyordu o cılız ses, bir tür zikir gibi, çocukluğumdan beri. Ancak yazarken işitebiliyordum. Nasıl bir şeyse, seviyordum. Çok seviyordum. Yazarken her şeyi.
Hep bir şiirdi duyduğum, boğuşurken açık denizde balinalarla.
Zift ve irin dolu kan çanağımdan bir bal küpüne düşmüş gibi olurdum. Celalinden razı olmanın kudretini kalemin ya da tuşların zikrinde duyumsuyordum. Ahenkli, estetik, edepli.
Eşyanın esrarı vardı, kayda geçirmeye çalışıyordum. Her çığlığın içinde başka dünya. Her şey bir şey oluyordu yazarken. Gözyaşı ile inci, ten ile toprak, bulut ile gölge arasındaki kesilmeyen bağı yazıyordu kalemim. İnan bana!
Seni ikna edebilmek için yazdım.
Sadakat tevazu bağlılık. Evet evet!
Veriyordum ne varsa kendime ait sandığım. Yazarken niyetimle amelim örtüşüyordu. Kalemin ucundan dökülen mürekkeptim bazen, kalemin iniş ve kalkışlarındaki secde ve kıyamdım.
Bilmediğim dillerde kelimelerin karşılığını veren bir kuş sözlüğü oluyordum kimi zaman. Yazılanları sile sile küçülen bir silgi.
Yazmak ile silmek arasında ayrım kalmazdı bazen. Çünkü o değişmez bağ var ile yoku, yok ile varı bir ediyordu kelimelerin manasında.
Yazarken yazdırıldım, hemhal oldukça.
Her şeye ilk kez baktım kelimelerin canında.
Kum, sandalye, adam, rüzgar, çöl. Ne terkipler dirilirdi bir imgeden. Ne anlamlar açılırdı tek kelimeden. Hepsi ben oldum. Hepsi sen.
Tabelalarda okuduğum, sokak isimlerinde karşıma çıkan bir kelimenin peşinden trenlere atlayıp Çin seddini aştım kimi zaman. Bazen bir kelime için mitolojik tanrıların güncellenmiş söylemlerine yol bulayım diye hobi kurslarına bile katıldım!
Dünyanın batılarına doğularına kendi taşralarımdan merkezime raylı sistemimle yaptığım her yolculuk bir sırrı açtı, bir alameti gizledi. Hiç vazgeçmedim.
Nice benzin istasyonları, nice tren garları geçtim. Eski yollarda, çam ormanlarının arasında en dokunaklı mısralarımı yazdım peçetelere. Kaptanzade Ali Rıza Bey’in “Kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgarına / Ey ufuklar diyorum yolculuk var yarına”sını boğuk boğuk söyledim vites değiştirirken uzayan gecelerde.
***
Eski yolların yerine yenilerinin yapılışını, alelade bir benzincinin dört şeritli geniş otoyolların üzerinde açılan bir konaklama tesisine dönüşünü kendi değişimlerimin sonsuzluğunda kayda aldım.
Bazen Anadolu’nun cemaati kalmamış taş kiliselerine yapayalnız gittiğimde karşıma bir taş oyuğun içinden çıkan Meryem ve İsa kabartmalarında sana en sadık ismimi parlattım.
Özlem dolu parmaklarım makarasına dolanan bir iplik gibi kendiliğinden dolanıyordu kelimelerin kıvrımlarına. Susma işlemini kelimeler arasına doladığım sadık ulaklara yaptırmayı öğrendim yıllar içerisinde.
Dışarıda keder, çarpışan kötü kılıklı yeminler, eski beddualar, karanlık yazgılar vardı. İtirazlar arasında itaat ederek, sertçe kavrarken yufka gibi yumuşayarak binlerce satır başı yaptım. Sile sile bir tanesini sana adadım.
“Dikdörtgenlerden dönmüş gelmişim daireye / İçeriye bu avludan. / Galiba biraz geciktim / İyi biri olmak, yüreği genişleten yay gibi / Acı göller istiyor.” Dedim.
Romanım her seferinde sile sile, susa susa yazdırdı kendini. Hep meçhul bir şiirdi sana yazdığım, sen olana kadar!
Güneşte parıldayan bir kristal doku gibi parıldıyordu mısralar, sevenler inliyordu nefesimde. Her mısrada bir bilmece daha çözülüyor, senin için bir diğerini tutuyordum.
Bazen mürekkebim bitmek üzereyken damarlarımda vızır vızır dolaşan, her an akabilecek bir mecra arayan, bir ağaçkakan gibi her saniye zihnimi kakarak ısrarla kelimelerini yazdırmaya çalışan o esrarlı kalem hep uyanık oldu.
Kızışmış cümlelerimi fokurdatmaya başladı en acil anlarda. Harflerim yüzeye vurmaya başladığında, oltama takılan yepyeni bir balık gibi, iştahla çekerdim kamışı, kızarmış balıkların kokusunu duyarmış gibi!
Senin denizindi döküldüğüm, yüze yüze dizelerden!
Geceleyin bütün sesli ve sessiz ünlülerimi yastığımda gizledim. Harfler aktı yanaklarımdan, ince bir sızı gibi. Sabrettim.
***
O yüzden ey şair diyorum, senin sözlerinle: “Gecenin içinde / bir tek biz kalırız şimdi.” (Turgay Özen, “kıyametten önce son defa belki bir ilk olarak şimdi” Hayy Kitap, 2018)
Şiir bitmez. Kesintisiz zikrimizdir o. Aşk; nam-ı diğer.
Haklısın, elbette şiir olmazsa insan kendini bilmeyecektir. Ne güzel demişsin: “Şiir tüm anlamları asıl manalarına kavuşturur” diye. “Sözü aslına döndürür, özgürleştirir, biricik yapar” diye! Evet “insan da biricik. Asıl dili onun! Kainatın tevhid aşkıyladır...”
Dünya her zaman yapaylaşıyor, her devir “zamana sövmeyin” hadisinin kendisine hitap edildiği devirdir, hep kıyamete doğru, kıyam etmeye, kayyum olmaya... bir vesile her sentetik direnç. Belki bir ilk olarak hep şimdi! Sonsuz şimdi!
Senin gibi ben de “kelimeler olmadan konuştum” durdum, nice defterde. Nice gazete köşesinde. Roman içlerinde. En iyisi daima senin şiirinde kalalım. Çünkü: “Gökyüzünün / Sarsıcı boşluğunda / Kandil gibi / Uzaktaki yıldıza bakıp / Ağlayan çocuk / İmgelemi kendi vücudunda!” Evet. Hepsi tek şiir, tek sevgili!
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.