Bölgesel ve küresel çatışmaların merkezinde, zihin ve gönüllerin de toz toprağa bulanmaya çalışıldığı bir dönemde seçimlere gidiyoruz. Hayatın her alanında nefsimizin suretlerini seyrediyoruz birbirimizde. Nereye gitsek beraberimizde taşıyoruz.
Böyle nefretle hakaret eden durmadan hile tuzak ve fitneden medet uman muhalefete tamam diyorum. Cidden tamam. Yalanların, horlanmaların, hakaret ve iftiraların ve ısrarla vehimlerin esaretinde onlara ayna olmaktan ne kadar usandık.
Hava yağmurlu. Neşet Ertaş çalıyor. Karşıki raftan gözüme Üsküdarlı Mustafa Manevi’nin Divançe-i ilahiyatı çarpıyor. Bir tefeül yapıyorum. ‘Ağyarı mahv eyle / Astarı ref eyle / Esrarı keşf eyle / Aşkın ver şevkin ver” diyor.
Komşu rafta yine bir Üsküdarlı. Mehmed Nasuhi efendi. Müridin (ki irad edendir) iradesinden bahsediyor: Haklı dahi olduğunda susmasının dönüştürücü tesirlerinden dem vuruyor. “Kendisi için fakirlere değil, fakirler için kendine düşman olmalıdır!” Üsküdar böyle gönül sultanlarıyla dopdolu. Onların sözü zamana ve mekana endeksli olmadığından hep capcanlı.
***
Masama bir gemici geliyor, bir uzun yol yolcusu. Bazen haftalarca karaya çıkmadan yol alıyormuş. “Ama susup sinelim mi, haksıza haksız diyemeyecek miyiz, biraz kafa kıyak olunca dinime, cumhurbaşkanıma küfretmeye başlıyorlar! İrademizi kullanmayalım mı? Kitap okuyarak dayanmaya çalışıyorum” diyor.
Evet an dopdolu. Celali cemali bir arada. Kendisine muhalif duran her eylemi benliğindeki sınırlı bir terimle açıkladığını sanan çokbilmişler yine bize bas bas bağırıyor sosyal medyada: “Devam diyorsunuz, gözümüzde acınacak hallere düştünüz.” Mealinde sataşmalar, hakaretler.
Onlara bakıyorum, nefsimizde nefret büyüttüğümüzde gerçeğe nasıl perde olduğumuzu bir kez daha görüyorum. Susuyorum. Olabildiğince. Samimiyetle. Kinlenmeden, öfkelenmeden. Bir büyüğüm devamlı aynı şeyi hatırlatıyor: “Bırak sövsünler. Onlar senin sermayen!”
Bakmıyorum, ilgilenmiyorum. Kalplerindeki nefretle katledenlere çelik gibi yufka bir yürek büyütüyorum içimde. İrademle. “Yarabbi bütüne bütünden baktıkça bütünü görmeyi öğret bana. Sensin yarabbi!” Diye diye. Ona da, kendime de. Hepimize.
Sonra dönüp karşımdaki gemiciye “Bak cevap verince herkes kendi haklılığına çekiliyor kardeşim” diyorum. “Sen kederlenme!” Evet uzun deniz yolculuğu ve kara’sız ufuklar bazen de kederlendiriyor insanı. Onların sınırlı terimlerinin tuzağına düşerek kendini savunmadığında bir kudret geliyor insana. Vakar geliyor.
“Sen sükut ettiğinde gönüldeki kelimesiz sözler karşılıklı yankılanmaya başlıyor. Ola ki o sessizliğin dilinde gönül işitildikçe bir anlaşma zemini doğacaktır.” İnşallah diyor, uzaklara döndürerek bakışlarını.
***
O masamdan uzaklaştıktan sonra, tamam diyorum bir kez daha bu nefsimizin en asi yönüne. Cidden tamam. Muhalefetin en gerçeğini sevenler yapar. Nefret edenlerin adaletle hükmettiği nerede görülmüştür! Sonra içimden bir’lemeye çalışıp dışımdan kelimelere –ki hepimize emanet- yapmam gerektiği kadarıyla yükleniyorum:
“İyi de siz katilleri teröristleri ifade özgürlüğü adına savunuyorsunuz. Herkes sizinle aynı esareti savunmadığında (herkes aydınlandığında sizin gibi olacaktı hani!) kabalığın, öfkenin tahammülsüzlüğün daniskasını sergiliyorsunuz. Bu nasıl bir pişkinliktir, bari iradenize hakim olun da biraz sükut edin, size sataşmayan, insanlığa terörü zulmeti önermeyen, ülkesinin ve bölgesinin üzerinde oynanan onlarca hileli oyuna direnmeye çalışan kişilere karşı bir sakin olun en azından!”
Yok olamıyorlar. Akılları almıyor. Menfaat olmadan, tahakküm olmadan, kimliksel cemaatsel bir beklenti olmadan nasıl böyle olabilirsiniz, vah vah! Diye aşağılayarak bakıyorlar. Nasıl bir kibirse! Halbuki dediklerinin doğru olmadığını kendimden biliyorum. Benim yalanlarınızın ispatı! Bunları dediğimde faşistlikten insan haklarından dem vura vura faşist tavırların zirvesine ulaşıyorsunuz, nesini konuşacağız!
Bir yandan 15 Temmuz darbe ve işgal girişimini savunan ve aleni darbe destekçiliği yapanlar için ifade özgürlüğü istiyorsunuz! Bir yandan kendi münferit duruşunu bir kelimeyle açıklayan sıradan insanlara tahammülsüzlükte sınır tanımıyorsunuz! Bu ne ego konforu böyle!
***
Derken masama bir aşk / irfan yolcusu anne geliyor. Aynı benim gibi İbn Arabi’nin bir eseriyle açılmaya başlamış gönlü. Yüz yüze, göz göze, pek de konuşmadan anlaşıyoruz. Konuştuklarımızı açıklama gereği duymadan ulaştırıyoruz birbirimize. Bir tefeül de bu kardeşim yapıyor Osman Kemali hazretlerinin İrfan Sızıntıları kitabından.
Ve az önce bahsettiğimiz mevzunun açılımı, tastamam cevabı geliyor. Bakın her an her tecelliden, hep bize hitap diyorum. Can kulağı açık olsun, işitelim, can gözü açık olsun duyalım. Hepsi meleke. Melekeler bizim kudretimiz. Kuvvemiz. Ve yazının başına dönüyoruz işte. İrade eden müride!
Mürid mürşidini yuttuğunda, sen ben / ben sen olduğunda / Hakta fani olduğunda, içimizden dışarıya her merhalede seyredeceğiz gerçeği! Mânâ, kendini her halkada zahir ediyor. Bizzat mânâ olduğumuzun idrakine varacağız! Nefsimiz hangi seviyeye gelmişse o zan üzere göreceğiz hakikati.
Birbirimize dua ediyor, çay içip tatlı yiyor, gönül doyuruyoruz. Üsküdar’ın erenleri gönülden gönle bizim sesimiz oldu, konuştu diyorum! Çayın sonuna geldiğimizde Yunus’tan son bir tefeül bugünün özeti oldu: “Öyle bir kişiden haber sor ki mânâdan haberi olsun! / Öyle bir kişiye gönül ver ki cânında aşk eseri bulunsun!”
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.