‘Buluşma noktası’ndaki gizli hazine

04:002/06/2018, Cumartesi
G: 2/06/2018, Cumartesi
Leyla İpekçi

Asıl zafer topraktan öte gönüllerde kazanılıyor düsturundan hareketle, her birimiz bu zafer ameliyesine acizane katkımızı sunmalı ve emaneti döküp saçmadan geleceğe tohum atmalıyız ivedilikle. Tartışmaya devam ettiğim mevzu ikircikli; sanat ve kültürde “yerli ve milli” söyleminden açılan evrensel kriterler var mıdır? Nasıl olabilir?Sanat edebi, üslubu, ifade kodları vesaire kalp dilinin en alt seviyelerinde seyreden bir toplumun maneviyatı hangi yapı taşlarıyla döşenebilir ki nefsin sınırlı terimlerinden

Asıl zafer topraktan öte gönüllerde kazanılıyor düsturundan hareketle, her birimiz bu zafer ameliyesine acizane katkımızı sunmalı ve emaneti döküp saçmadan geleceğe tohum atmalıyız ivedilikle. Tartışmaya devam ettiğim mevzu ikircikli; sanat ve kültürde “yerli ve milli” söyleminden açılan evrensel kriterler var mıdır? Nasıl olabilir?



Sanat edebi, üslubu, ifade kodları vesaire kalp dilinin en alt seviyelerinde seyreden bir toplumun maneviyatı hangi yapı taşlarıyla döşenebilir ki nefsin sınırlı terimlerinden ruha miraç ettirebilelim sanatımızın dilini? Acizane uzun zamandır sık sık değindiğim, üç yazıdır da özellikle ele aldığım mevzu kabaca bu.

Maneviyatı içselleşmemiş bir kültür sanatın canlandırılması ve insanlığın evrensel diline tahvil edilmesi mümkün değil. Şehvet ve gazabın türevlerine dayalı bir sığ toplumsal dili ruhun kalbin ve aklın aşk diline yükseltebilirsek manayı yeniden tabir edebiliriz ancak. Bu geniş perspektifli mevzuyu acizane edebiyat üzerinden devam ettirme niyetindeyim.

***

Edebiyatta bugünün ve buranın romanı derken. Misal tevhid romanı, bugünün ve buranın edebiyatı için bize nasıl imkanlar sunabilir? Bu çaba “yerli ve milli edebiyat” gibi iddialı ve kısıtlı söylemleri gerçeğin mayasıyla kanatlandırabilecek bir davet sunabilir mi?

Evet sanat ki evrensel insanın anadilini konuşmakla yükümlü, onun dilinde yerli ve milli gibi tanımlar hiç dikiş tutmaz demiştim önceki yazımda. Lakin medeniyet gibi büyük laflar edebilmek için dilimizi şu an nefsimizin en alt terimlerine hapsettiğimiz ‘emmare’ düzeyine değil de kamile düzeye doğru yükseltebilirsek, Türkçeye yeniden miraç ettirebilir, manayı yeniden kanatlandırabiliriz. Bu yaklaşımımı açmaya devam edeceğim.

Çünkü bu acizane çaba benim gibi kelimelerle yaşayan bir yazarın boynuna borç. Malum her birimiz yapabildiğimizi yapmakla yükümlüyüz, ta ki tabiri caizse toplumsal hayatımızdaki ‘külli mana’yı genişletebilelim, yükseltebilelim!

***

Roman derken önce bir uyarı: Bunu Batı’dan ithal edip kendimize uyarladığımız, giderek dönüştürdüğümüz bir edebiyat türü olarak değil, çok daha geniş bir anlamda kullanıyorum. Önce amiyane tabirle ‘hayatımız roman’ kalıbından açmaya başlayayım meramımı.

Dünyanın neresine gidersem gideyim Anadolu’da aşılandığım bir maya vardır ve bu mayanın çözeltisinde / özünde ne varsa, bu sırrı hep beraberimde taşıdığımı fark ederim. Anadolu’yu burada bir coğrafi mekan değil, mecaz olarak söylüyorum. Sevdiğimiz yer. Bizi seven, barındıran, içine alan yer. Temsilî bir tevhid mahalli. Gözümüzün nuru.

İşte Anadolu bizim için vatan ile vatandaş ilişkisinin, seven ile sevilen, aşık ile maşuk / mürid ile mürşid ilişkisinin merkezi. Buluşma noktamız. Bize eşsiz bir hazine sunuyor. Çünkü her nefeste bir velinin, azizin diyarındayız.

Onların hep canlı olan sözü, bizi kendi gerçeğimize yaklaştırıyor. İşte bugünün ve buranın sanatı ve edebiyatı bir tür saklı dil hazinesi olarak bize arif ve kamillerin nefesinden ulaşıyor.

Vahiy dilini Türkçe’de bizim konuştuğumuz dilde ifade ederek gönüllerimize güzelliği çeşitli seviyelerde (avamdan havasa) nakşeden marifet dilinin efendileriyle dolu Anadolu. Hak aşıklarıyla dolu.

Dünyada kaç ‘buluşma noktası’nda böylesine bir birikim, böylesine bir zevk halihazırda saklı hazine olarak keşfedilmeyi bekler! Evet hayatımızın kalbi işte tam da bu saklı hazinedeki şiirde öyküde romanda türküde masalda canlı bir dil olarak atıyor.

***

Bugünün ve buranın romanı da öncelikle bilmeden bildiğimiz bu ümmi / gönül dilimizden/ bu tevhid dilinden / bu Yunusça’dan çekmeli nefesini. Bu gerçeğin mayasından ilhamını aldığının şuurunda olmalı.

Bildiğimiz roman kalıplarının dışında hayatımızda canlı bir üsluptan bahsediyorum. Romanı da mecaza çekerek biraz!

Böylelikle karakterler, zaman ve mekan belirleyicileri, akış ve kurgu gibi romanın altyapısını ve aslında ruhunu oluşturan unsurlarla geleneğimizdeki masal menakıp kıssa türkü gibi anlatım biçimlerini nasıl güncelleyebiliriz ve bu aktarımı nasıl hayatın içinde izleyebiliriz diye tefekkür etmek gerekiyor.

Edebiyatın bu farklı formlarını hayatımızın canlı izlerinde nasıl yakalayabiliriz ki sanatın diline tebdil edelim diye bir derdimiz olmalı. Ve dahası bu edebi türleri üretmemize imkan veren yaşam kültürünün kodlarını bugünün ruhunda yeniden oluşturma çabası gerekiyor.

Misal toplumumuzda 15 Temmuz’da da ortaya çıkan gaza geleneği veya merhamet dayanışma ya da fedakarlık geleneğimizin yankısını bugüne dek ve bugün üretilmiş sanat eserlerinde izleyebiliyor muyuz? Gündelik hayatta ve yaşantı biçimlerinde canlı gönül dilimizin yankısını edebî bir üsluba aktarabiliyor muyuz?

Kıssalardan, nutk-ı şerifler ve menakıplardan, masal ve mesellerden izlenen yaşam kültürümüzü bugünün roman üslubunu dönüştürmekte ve güncellemekte kullanarak edebi dili kanatlandırabiliriz diye düşünüyorum.

Bunu yaptıkça ‘hayatımız roman’ın sanat dilindeki akislerini üretebilir, kültür hafızamızı canlandırabiliriz. Zira toplumun görünmez labirentlerinde akan bir ırmaktır Yunusça dediğim gönül dilimiz. (Devam edeceğim inşallah)

#Sanat
#Edebiyat