Şehir demek öncelikle bir mahaldeki, beldedeki yaşantılar bütününe ait ortak paydalarda buluşmak demek. Bir güzelliğin içinde birlikte çoğalmak, dayanışmak, paylaşmak, yek vücut olmak, hemhal olmak demek. Ki birbirimize sıradan bireyler, yabancılar, tanımsız yığınlar, toplantıdan toplantıya yan yana gelen site sakinleri olarak bakmak yerine: Komşu, ahbap, memleketli, mahalleli diye bakabilelim.
Bugün hem de belediye seçimleri öncesi ısındıkça ısınan popülist dilde şehrin tek bir anlamı var: Siyasi oy. Şu parti bu parti meselesi değil ki bu. Yaşadığı yeri severek eleştirenler de var, nefret ederek eleştirenler de var. Herkes kendi suyunun kuyusunda yıkanıyor diyerek devam edelim kaldığımız yerden.
***
Öncelikle şehrin her kademedeki yönetici ve hizmetlilerinin hayatımızın güzelleşmesine değer katma ameliyesine sahip olmaları gerekiyor. Siyasi oy ve kişisel menfaat devşirmek için değil, hak için. Hakkaniyetli bir icra için!
Misal ilçe sakinlerine sorulmadan bazı düzenlemeler elbette yapılır veya riskli kararlar alınabilir. Lakin ortak yaşantıyı ilgilendiren kamusal mekanlar veya kültürel faaliyetler ve / veya çevre düzenlemeleri için muhakkak sakinleriyle aktif katılımlı organizasyonlar yapılmalı belediyeler tarafından.
Adalardaki at ve payton sorununun çözümüne ilişkin olarak mesela. Aynı şekilde AK Partiye oy versin vermesin rastladığım pek çok İstanbullunun -beğenseler bile- Çamlıca’daki camiden olumsuz şekilde bahsetmesinin anlamını yöneticiler iyi tahlil edebilmeli.
En çok işittiğim cümle: “Tepeye her yandan görünen cami yapılana kadar önce mevcut tarihi camiler adam gibi restore edilseydi!” Zira acemi ve kaba saba restorasyonlardan halka gına gelmiş durumda. Birbirinden güzel çeşmeler onarılsın, suyu yeniden aksın diyor herkes. (Gerçi geçen gün yeni tadilat görmüş bir çeşmenin musluğunun nasıl çalındığını tespit eden kamera görüntüleriyle de karşılaştık. Malzeme biziz diyorum hep.)
***
Nakkaştepe’deki gibi millet parklarının hayata geçirilmesi İstanbul sakinleri için çok olumlu kuşkusuz. Lakin park yapmakla iş bitmiyor, hangi partinin marifeti olursa olsun, seçen de seçilen de biziz ve malzememiz maalesef arızalı:
Mangal yakılmaz levhalarının önünde et pişiren, duman saçan şehirliler parkın çimlerine fırlattıkları yemek artığı ve naylon poşetleri toplama gereği duymuyorlarsa çevreci muhalefetlerinden kime hayır gelecek?
Mesele ağaç yeşillik değil, ondan öte gönüllere atılan bir tevhid tohumunun el birliğiyle yeşertilmesi olmalı. Vakıf geleneğinin ortak hayatımızın maneviyatını güçlendirecek şekilde yeniden canlandırılması gerekiyor. Eşyanın, tabiatın, şehir sakinlerinin aynı zamanda Güzel’in kesintisiz tecellisi olduğunun şuuruyla, kendinde onları, onlarda kendini görebilmeli çağdaş İstanbullu.
Fuzuli’ye, Itri’ye, Mimar Sinan’a, Tanpınar’a veya farklı devirlerdeki sayısız mimara, musikişinasa, hat ve tezhip sanatçısına, şaire, edebiyatçıya esin veren bu şehir bugünün ruhunda nasıl bir ilham kaynağı olabilir? Ki bizi sevmeyen İstanbul bizim yârimiz olsun yeniden?
Gravürlerde İstanbul manzaralarına bakın. Hadi onu geçtim, Yeşilçam filmlerindeki şehre bir bakın. Elbette geriye dönmek değil derdimiz, zaten bu imkânsız. Ama intizam, estetik, bütüncüllük gibi niteliklerle donanmış bir modern şehir de mümkündü pekâlâ!
Zamanın ruhunu kuşatan güzel örnekleri çoğaltmak yerine hep olumsuz örnekler çoğaltılıyor bu şehirde on yıllardır. Gündelik yaşantımızda bir edep, bir üslup lazım derken yaşayan bu olumsuz örnekleri de kayda geçirelim. Zira bunun üzerine düşünüp çözüm üretmeyen yöneticilerden de gerçekten usandık.
Üsküdar’da Aziz Mahmud Hüdayi’nin makamına gelenlere onun eserlerini takdim etmekten imtina eden, Selamsız mahallesine adını veren velinin ikram ve infak üzerine vasiyetini yerine getirmek gibi bir kaygı taşımayan yöneticilerin kişisel egolarından bıktık. Üsküdar ve civarında tutunmaya çalışan münferit (sırtını kimseye dayamamış) kıraathane, kültür evi veya bir tür attar dükkanı gibi oluşumları, ruh taşıyan mekanları hiç umursamayıp sadece kendi açtığı devasa mekanın tanıtımını yapan başkanlardan usandık.
***
Cihangir’den, Eminönü’nden, Çengelköy’den, Otağtepe’den denize inen sokaklarda dolaşın. Bir yandan İstanbul’un her adımda özellikten özelliğe bürünen mucizevi ruhuyla hemhal olursunuz ama bir yandan da içiniz cız eder durur:
Yahu şu taşlar yine mi onarılıyor, bu cami iki yıl önce de tadilattaydı, şu inşaatta aylardır kazık çakma çalışması niye bitirilmez, şu çöp konteynerleri neden daha sık toplanmaz diye çıldırmamanız imkansızdır. Her hizmet mekanının önünde beliren valeler neden otoparkçılarla kavga eder, neden bunca park sorunu varken evlerimizin önünü valelerin park ettiği müşteri arabaları ile dolar? Neden kimse kimsenin güzelleşmesini, ihtiyacının giderilmesini istemez de sadece kendi menfaati için yaşar?
Kültürel anlamda bize miras bırakılan konakların, tarihi bina ve camilerin, sokakların şehrin bütününü temsil eden bir yeni yerel tarzın devamı olarak kentsel dönüşüm projeleri uygulanamaz ve denetlenemez miydi İstanbul’da?
Halbuki Esenler gibi daha yeni semtlerdeki daracık üst üste binmiş mezar kalıntısına benzer evler son yirmi otuz yılın ürünü. Yok muydu burada zevkiyle birikimiyle tecrübesiyle öncülük edecek şehir planlamacıları, kent mimarları, peyzaj tasarımcıları ile oluşturulmuş bir tür ‘güzellik konseyleri’?
Yok muydu talan ve rantçılık ile çevresini ihale zengini eden yöneticiler arasında çevreye duyarlı mütevazı, vakıf kültürünü amel edinmiş bir kudretli yönetici? İstanbul’un en eksikliğini duyduğu ‘güzel ahlak’, edep, üslup. Yoksa içimizdeki İstanbul ile yaşadığımız İstanbul arasındaki uçurumdan kurtulamayız. Kime oy verirsek verelim.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.