Yaşadığın şehri sevdiğin yer yapan insandır, insani ilişkilerdir. Çünkü mekân insanla kaim. Sosyolojisi, siyaseti, sureti sireti derken İstanbul; hayatın bütün zamanlarını içine alarak devam ediyor Boğaz’a inen dar sokaklarda. Evet bu sefer de sevdiğimiz İstanbul’u anlatalım. Zira gönülde bir sırdır o. İçten içe bizi imal eder, ihya ve inşa eder. İnsan eder.
***
Mahallemizde 16’ncı yüzyıldan kalma caminin cuma halini çok severim. Sanki tarihten çıkmış gelmiş gibi olurum burada toplaşırken cemaat. Ahşap binalardan, dar ve Arnavut taşlı sokaklardan geçenler sokağın başındaki fetih öncesi dönemden kalan Osmanlı mezarlığını selamlarken genişler yüreğim.
Geçmişe özlem duymak değil, aslına yaklaşmak gibi bir duygu bu daha çok. Farklı zamanları şimdiye getirme hüneri. Bizim semtte epey fazla.
Yine bizim mahallede taş işçilerinin zaman zaman onarılan tarihi konaklarda taş işleme sesi çalınır kulağıma. Biraz aşina olduğunuzda fark edersiniz ki, bu nasıl da insani, ruha ferahlık veren bir sestir. Hiç umulmadık bir anda, bütün kalabalığın, keşmekeşin, telaşın ortasında insanı iç sesine yaklaştıran bir zikr-i ilahi yükselir İstanbul’un sinesinden.
Bir sır fısıldar can kulağı açık olanlara. Kendimize ait. Bir türlü tam olarak hatırlayamadığımız. İnsanın fıtratıyla uyumlu, ateşle, suyla, hava ve toprağın terkibiyle oluşmuş kadim bir ses. İçimizde karşılığı olan bir yankı. Çok uzak bir maziden çıkıp gelen bir anı gibi. İçinde suyu, denizleri, kumları, dağları, ateşi, yağmurları barındıran. İstanbul yaşayan bir hatıra gibi, bütün zaman kiplerini kuşanır işlenen taşın içinde.
***
Sonra bir de yosun tutmuş taş merdivenleri vardır bizim semtin. Terk edilmiş ahşap konakları bekleyen kediler, açık pervazlardan dolanan sarmaşıklar, ellerinde ekmek, eve dönen ihtiyar kadınlar derken bir anda gençler aşağıdaki derede kafeye girmektedir, gelinle damat fotoğraf çektirmek için ahşap konakların önünde, tarihi sokaklarda poz verir, garajlı dubleks yeni tadilat görmüş konağın önüne sokağa zor sığan son model kocaman bir araba yanaşır, havuzlu bir bahçede, alttan ısıtmalı bir köşkten geçer ve kavşakta trafiğe karışırsınız.
İlkbaharda aniden yolda karşınıza çıkan birkaç metrekarelik köşe mezarlarının mermerini kaplamış mor salkımlar sizi bir anda hayallerinize götürmüştür. Karşı sahilde, ağaçlar arasında yokuş çıkarken eski bir kilise vardır, bahçesinde yağmur çiselerken erguvanların içinde kaybolduğum bir baharı hatırlarım.
Kışın ayazda kalmış aç bir köpeği doyuran, ayağında sökük ayakkabılarıyla yarı meczup bir adam geçer yanınızdan. Siz fark etmemişsinizdir ama o görmektedir olup biteni. Sonbaharda yapraklar dökülürken bir bankta oturmuş gelecek hayalleri kuran okulu kırmış iki genç. İçiniz cız eder. Geçmiş hep masum yüzüyle hatırlanır.
Sonra kaldırır başını karşı yakaya bakarsın benim gibi. Anıların pek çoğu orada kalmıştır, karşıdan bakarsın. 80’li yılların Boğaziçi Üniversitesi’ne, uzayıp giden bahçesine, binalarına, yazın sandalla gezdiğiniz Bebek koyuna, yollarında fink attığınız Arnavutköy rıhtımlarına.
***
İstanbul benim gibi burada doğmuş olanlar için hiçbir zaman anılardan ibaret bir memleket değildir. Çünkü dün bugünde erimektedir her saniye. Anıların yaşlanmasına izin vermez İstanbul. Sonra pat diye yaz geliverir, yedi verenlerin rengi değişir. Serin yaz ikindilerinde Boğazın akıntılarında balıkçıllar uçar, dalar çıkar. Yunuslar geçer her saat, denizi bir sahne gibi kullanırlar hiç usanmadan.
İstanbul’da bir gittiğiniz yeri bir daha aynı bulamazsınız. Bu müthiş bir sırdır. Çekmeköy’den Sütlüce’ye, Küçükçekmece’den Sarıyer’e. Hemen her gittiğim yerde, gözlerimi dört açar her şeye bakmaya çalışırım. Durmadan değişip dönüşür İstanbul ve tüm değişimleri içinde yutar, öğütür, yok eder, yüreğinizi sizin hiç ummadığınız şekilde, başka başka fetheder durur. Tam kızacakken size kendini sevdirir.
Küresel birörneklik her beldeyi anonimleştirirken, yerel özellikler turistik tüketimden ibaret hale gelirken İstanbul size bir oyun daha oynamıştır. Her yeri her an birbirinden farklı olmaya devam eden İstanbul bu özelliğiyle küresel kapitalizme kafa tutmaktadır. İstabul’un birörnekliği reddetmesi ve kendi bildiği gibi olmaya devam etmesi çok hoşuma gider.
***
İstanbul’u benim için vazgeçilmez kılan ilahi esintileridir. Taşı toprağı altın denirdi 60’lı yılların ilk göç dalgasında. Taşını toprağını mayalayan azizler, veliler, Hak dostları ile burası altın şehirdir sahiden. Küllerinden doğar durur. En zor anları atlatır.
Ayasofya’nın karşısındaki ‘milyon taşı,’ Roma’dan beri dünyanın merkezini işaret eder. Bunu mecaz kabul etsek de, ol ‘tamamlamış aziz’idir ki, her kim bu merhaleye varır, onun gönlündedir artık. Maneviyatını Ayasofya’nın harcındaki ‘Muhammedî maye’nin kudretinden devşirir İstanbul. Merkez, ol nefesin kaynağıdır. Maşukun nefesi. Evet İstanbul maşuktur. Hem âşıktır hem maşuk. Bunu en iyi İstanbul’un sakinleri (aktifleri) bilir.
Alıntıyı kendimden yapayım: “Burası erenlerin canlı sözünün dirildiği yer. Taşı toprağı değil, yüreği altın. En dar, en çıkmaz, en loş sokaktan çıkarsınız ve köşeyi döner dönmez gizli hazineye dokunur gibi olursunuz. Bir sihirli kaide, bir Bizans taşı, bir dikilitaş veya bir sahabe mezarı, mermere kazınmış bir kitabe, akmayan bir çeşmeden bile olsa çatlamış dudaklarınızı ıslatan bir su gibi akar akar ruhunuza.”
Kana kana içesiniz diye size ikramlarda bulunur İstanbul. Rüzgâr olur eser. Gönlünüzde lodosların en şiddetlisi gibi. Su olur akar, kuş olur kanatlanır, sizinle uçar. İstanbul gitseniz de peşinizden gelir, her yere dolar. İşte böyle sevilen İstanbul’dur ki bin Ali’lerin gönlünde kuşanır Zülfikar’ını. Aslımıza dönüş yolculuğu yaptırır bize. Geçmişten geleceğe, suretinden siretine, aşk ile!
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.