“Bir gün ola çıka gide kafesten kuş uçmuş gibi!”

04:0013/10/2018, Cumartesi
G: 13/10/2018, Cumartesi
Leyla İpekçi

Doğmak için ne güzel bir mevsim. Usul usul düşeceği toprağa ulaşıyor yapraklar. Devrede devrede nemli topraktan cana can katmaya. Ta ki insanın kursağından geçip kana karışa. Kesintisiz yolculuk, nasıl bir devransa!Şimdi bahçede güz gülleri açarken, narlar kemale eriyor, ceviz kırıyor, incir kurutuyoruz. Erikler marmelat kavanozlarıyla kahvaltı soframızda lezzet buluyor. Hiçbir şeyin yok olmadığını bunca değişim dönüşüm mevsiminde aleni olarak seyredebiliyorsun.Bitimsiz bir terkip bu; içinde tüm

Doğmak için ne güzel bir mevsim. Usul usul düşeceği toprağa ulaşıyor yapraklar. Devrede devrede nemli topraktan cana can katmaya. Ta ki insanın kursağından geçip kana karışa. Kesintisiz yolculuk, nasıl bir devransa!



Şimdi bahçede güz gülleri açarken, narlar kemale eriyor, ceviz kırıyor, incir kurutuyoruz. Erikler marmelat kavanozlarıyla kahvaltı soframızda lezzet buluyor. Hiçbir şeyin yok olmadığını bunca değişim dönüşüm mevsiminde aleni olarak seyredebiliyorsun.

Bitimsiz bir terkip bu; içinde tüm alemi barındırıyor insan. Ki insanda cem oluyor mana. İdrak edemeden yazmak bizler için vebal, idrak edebilen için şükrünü eda etmek ikram. Ne müthiş bir şevk ve azim buluşmak. İdrak edemiyorsak tahayyül edelim, eşlik edelim kelimelerimize hep beraber.

Yaprak toprakla, gül bülbülle, seven sevilenle buluşurken arzın arş ile buluşmasını seyretmek bitimsiz bir eğitim muhakkak. Her şey bir şeye dönüşüyor, her şey ile birbirine bağlanıyor her şey.

Evet güzel bir mevsim doğmaya. Varlığın kemalini izlemek yetseydi, seyretmekle gönül olsaydı gözler, eller, kulaklar. An içinde ansız kalmanın imkansızlığında her şeyin içinde fink atmak, içten içe, hiçe! Kolaymış sanıyoruz an içinde doğmak. Mısri’nin ifadesiyle ta ki doğmaz dolanmaz bir güneş olmaya.

Hep böyle işte. Anlam katmanlaştıkça kelimeler kendi anlamlarının mecazına ulaşıyor, elbiseye bürünüyor, örtülüyorlar. Her kelimenin diğeriyle buluşması yeni bir doğum, yeni bir terkip. Her doğumda bütün ölümler. Bütün alemler.

Böylesi bir ekim işte. Ekile ekile, biçile biçile. Ne güzel mevsim, her mevsim.

Ta ki kâinat gönül olmaya, ol gönülde doğmaya. Hızır misali içmeye can suyunu. İlla diri olmaya, kendi olmaya, karışıp Hakka. Dört mevsim doğmaya!

***

Doğmadan evvel evet bir doğum günü daha. Mevsimlerin geçişini, yılların art arda yığılışını her zaman sevdim. Genç olmayı, geriye gitmeyi bir saniye istemedim hızla geçerken günler haftalar. İlk romanım yayınlanalı 20’inci yıldönümü bu sene. Yazmaya başlamam ise yaşadığımı idrak ettiğimden beri. Sayfa sayfa.

İçinden geçtiğim kelimeleri terkip ede ede yazıldı romanlar. Dizelerle, cümlelerle filizlendi tohum. Nefesi içime çekebilme niyetinden ibaretti yazılanlar. “Hep aynı elmayı uzatıyorum sana. Daha olgun artık!” Diye diye. Süzülürken yanaktan yıllar, bir inci yaştır dökülsün dileğiyle açtım Yunus’tan.

Sosyolojik birikimler üzerinden onu okumaya, onun ne yaptığını filan tartışmaya değil. Gönül içre, kelimelerin ölü nesne olmadığı canlı söz içre, canlı terkip olmaya! Açan kim ise artık her vakit kimi! “Geldi geçti ömrüm benim şol yel esip geçmiş gibi / Hele bana şöyle geldi şol göz yumup açmış gibi / İşbu söze Hak tanıktır bu can gövdeye konuktur / Bir gün ola çıka gide kafesten kuş uçmuş gibi!” diyen Yunus’tan:

“Miskin âdem oğlanını benzetmişler ekinciye

Kimi biter kimi yiter yere tohum saçmış gibi

Bu dünyada bir nesneye yanar içim göynür özüm

Yiğit iken ölenlere gök ekini biçmiş gibi!”

***

Kapitalizmin gözdesi doğum günleri, ölüm yıldönümleri, özel günler, merasimler, açılışlar. Yıldönümleri ancak para harcanacak ve tüketime çanak tutacak ortamlar oluşsun diye kutlanıyor bu küresel tüketim çağında çok uzun zamandır.

Neyin peşindeyse onunla buluşuyor talip. Bağlanmak istemeyen vahdet bağının gülü olmaya soyunmuyor. Kopmayan bağa tutunabilen, bütün suretlerinden soyunuyor.

Yıldönümü, gün dönümü, ay dönümü. Aldığını gönülde doğurabildiğin ölçüde, dönüştürebiliyorsan Yunus’un dizelerini kendi yaşantına, tatbik edebiliyorsan dize dize diline. Varlığı kendine döndürebildiğin ölçüde, kendini aslına döndürmeye adaysın. Adayız hep birlikte.

Dökü döke, döküle döküle. Yıllar, yaşlar. İçe içe. An içinde, an dönümüne! Sonsuz şimdinin içinde!

Nereye sığar ki artık zaten yıldönümleri? Biri diğerinin tekrarıymış gibi anılmaya, merasimlere, söze dökülmekten öte içine dökülmeyen yaşlar ile kemale ermeden yetişkin olmaya mı? Yetkin olmaya mı?

***

Birileri modernizm post modernizm cart curt ede ede kavramların içini dolduracak. Birileri kadroları dolduracak liyakatsız. Eleman açığını tanıdık eleman ile dolduracak birileri. Uzmanlaşmayı, ehil olmayı, emaneti döküp saçmadan taşıyacak kıvama gelmeyi hiç umursamayarak. Dolmak isteyen dünyayla dolduracak kendini. Benliğini alt edemezse illa vasatla.

Sen dolduğun bütün anlamlardan boşala boşala yaklaşmaya niyet etmiş olmalısın ki, kelimeler içinde mevcut. Herkeste mevcut. İşitmek isteyince. Ama kolay değil işitmek kadar oku’mak da. Söke söke heceleri, dize dize. Çok çalışmak gerekiyor, içten içe. Gerçek olmaya ol can içre!

Hep Yunus’un dilinde dönüştürdüğü dilin hakikatine yaklaşmak içindi kelimeler senin için. Dalmaya, dalıp çıkarmaya inciyi. Kim bilir kaç 20’inci yıldönümünde. Özündeki bir’e, tevhid tohumuna, ol nefes olmaya!

Ta ki kaynağından kendini ve kendini kaynağından içe içe. Yunus olmaya. İçin için.

Olunur mu bilemem. Ama doğumunu kutlamaya, ille ölmeden önce ölünüz makamını idrak etmeden, kapitalizmin kutlu doğum törenlerine iştirak etmeye mahkûm olmak da cilvesi.

Açılırken örtüyor anlam. Her okuyuşta başka mana veren dalgıç ehli bilir muhakkak. Lakin örtülü de olsa kalpte katman katman açılan nasıl bir sırsa, kimini de kuşatır bilmeden, feyz ala ala. İrade eden irşad ola:

“Yunus Emre bu dünyada iki kişi kalur derler

Meğer Hızır İlyas ola abı hayat içmiş gibi!”

#İnsan
#Yaşam