Yerli otomobil, yersiz kolpacılar

04:0028/12/2019, Cumartesi
G: 28/12/2019, Cumartesi
İsmail Kılıçarslan

En baştan belirteyim de bir yanlışlığa sebebiyet vermeyeyim. İnsanın üzerine binebileceği en hızlı ulaşım aracının “iyice bakılmış bir Arap atı” olduğuna dair inancımda bir milimlik sapma yok. Sanayi devrimininse insanlığın başına gelmiş en büyük felaket olduğuna inanıyorum. Yani otomobilden başlayarak tren, hızlı tren, çok hızlı tren, helikopter, uçak, jet ve uzay mekiği fikirlerinin tamamına çok soğuğum. İnsanın fıtratına uygun bulmuyorum bir yerden bir yere gereğinden fazla bir hızla gidilmesini.

En baştan belirteyim de bir yanlışlığa sebebiyet vermeyeyim. İnsanın üzerine binebileceği en hızlı ulaşım aracının “iyice bakılmış bir Arap atı” olduğuna dair inancımda bir milimlik sapma yok. Sanayi devrimininse insanlığın başına gelmiş en büyük felaket olduğuna inanıyorum. Yani otomobilden başlayarak tren, hızlı tren, çok hızlı tren, helikopter, uçak, jet ve uzay mekiği fikirlerinin tamamına çok soğuğum. İnsanın fıtratına uygun bulmuyorum bir yerden bir yere gereğinden fazla bir hızla gidilmesini. Çünkü o hız, insanın ruhunu geride bırakıyor her seferinde.

Ama tabii ki ve aslında ne yazık ki 21. yüzyılın ilk yarısında yaşıyor olmakla kayıtlıyım. Dolayısıyla bir arabam var. Uzak memleketlere “trenlen” yahut “uçaaanan” gidiyorum ve ne yazık ki bir atım yok.

Türkiye’nin yaptığı her yeni ürünle de elimde olmaksızın gurur duyuyorum. Uçak da olsa, silah da olsa, motor da olsa, otomobil de olsa böyle bu. Niçin böyle peki bu? Şundan: Bütün bahisleri kaybetmiş kötü bir kumarbaz gibi sonunda kazanacağına can-ı gönülden inandığım o kutuya, üzerinde “Türkiye” yazan o kutuya basıyorum tüm varlığımı da ondan.

Dolayısıyla Bayraktar’ın yaptığı Cezeri de, TÜMOSAN’ın yaptığı askeri araç motorları da, Roketsan’ın yaptığı roketler de her seferinde göğsümü kabartıyor. Diyorum ki kendi kendime. Motorların, uçakların, roketlerin olmadığı bir dünyayı inşa edene kadar elimizden gelenin en iyisini yapmak zorundayız.

Hadi patikayı değiştireyim biraz.

Rahmetli Necmettin Erbakan’ın da aralarında bulunduğu Türk mühendislerinin prototip olarak yaptıkları Devrim otomobilinin “engellenme safahat”ına hep bir şüphe ile bakmıştım. “Olur mu lan öyle şey? Biz yapmayı başaramamışızdır; medya, patronlar, bazı muhalefet odakları falan bir olup otomobil yapma imkânımızı baltalar mı? Bu pisliği yapar mı insan ülkesine?” diye düşünmüştüm. Fena halde yanılmışım. Yaparmış. Çünkü 2020’nin Aralık ayında, ben yaşamaya, nefes alıp vermeye devam ederken medyası, muhalefeti falan bir olup “yerli otomobili” doğmadan öldürme yarışına girmiş görünüyorlar.

Alın size, acıklı, hem de epeyce hicranlı bir temaşa.

Yok yok. Mesela Durmuş Yılmaz’la dalga geçmeyeceğim. Canım çok istiyor aslında ama bugün bir markanın “markanın olduğu ülkede bir fabrikada üretim yapmaksızın da” dünyanın en önemli markası olabileceğini bilmeyen bir zekâ düzeyiyle dalga geçmek yakışmaz bana. Kendi kör cehaletine bırakmak en iyisi...

Hayır, mesela Birgün isimli gazete ile de dalga geçmeyeceğim. Zahmet edip dünyada otomobil prototiplerinin niçin “ünik atölyelerde üretildiğini” araştırmayan, tasarımın İtalya’dan alınmasında bir sorun olduğunu vehmeden, araç içi kontrol sitemlerinde “start-stop” yazmasını eleştiren bir odakla dalga geçilir mi yahu? Niçin dalga geçelim? Ancak, çektikleri numaranın ne olduğunu bin yıldır bildiğimizi ihsas eder, geçeriz.

Memleketi “ithal ikame montaj sanayine mahkûm eden” kalantorları bir yerlerini yırtarak savunan adamlara solcu ya da milliyetçi muamelesi yapılmasına da şaşırmıyorum artık. Niçin şaşırayım? Yeni dünya böyle bir yer. Brüksel lahanasıyla Brüksel solcusu arasında karşılaştırma yapıp “tatsız tuzsuz ama lahananın en azından besleyici bir değeri var” deyip geçiyoruz mesela. Çaremiz yok.

Diyeceğim şudur. Yerli otomobil, yola çıktı. Çok da güzel çıktı bence. Gecikmiş, geciktirilmiş, akim bırakılmış bir defterimiz daha kapatıldı böylece. Durmuş’la Birgün’ü “aynılaştıran” şey de tam bu bence. O defterler kapanmasın istiyorlar. Askeri araçlarımızın motorlarını TÜMOSAN’da Türk mühendisler üretmesin de biz motorlarımızı hep Fransa’dan alalım istiyorlar. Efendilerine âşık ev köleleri olarak otomobilimizi üretmeyelim de hep İtalyanlardan, Almanlardan alalım istiyorlar. Ev köleliği çünkü dünyanın en şifasız hastalığıdır.

Evet. O düğmede start yazıyor. Çok geç kalınmış bir starttır o. Nuri Demirağ, Necmettin Erbakan ve daha binlerce Türk çocuğunun üzerinde sizin ve efendilerinizin hep kullandığı “stop” düğmesinin tersi yani.

Şimdi oturup kudurun. Ağzınızdan saçılan salyalarınızı da az öteye saçın bir zahmet. Otomobilimizin kaportası pislenmesin.

#Türkiye
#TÜMOSAN
#Almanya
#Otomobil
#Bayraktar