Sayın valim

04:0020/10/2020, Salı
G: 19/10/2020, Pazartesi
İsmail Kılıçarslan

Denizli Valisi Ali Fuat Atik’i tanımam. Tanımadığım gibi, şehrini nasıl yönettiğine dair bir fikrim de yok. Doğrusu adını da ilk kez sosyal medyaya düşen dönerci denetimi görüntüleri ile duydum.Valinin döner ustası ile girdiği diyalogu izlediğimde şöyle düşündüm: “Bu izlediğim video özenle seçilmiş, önü arkası kesilmiş bir video olabilir. Her ne kadar videoda izlediklerim sevimsiz olsa da valinin bir anlık boşluğuna, sinirine, dalgınlığına gelmiş olabilir. Videonun kamuoyuna servis edilen kısmından

Denizli Valisi Ali Fuat Atik’i tanımam. Tanımadığım gibi, şehrini nasıl yönettiğine dair bir fikrim de yok. Doğrusu adını da ilk kez sosyal medyaya düşen dönerci denetimi görüntüleri ile duydum.

Valinin döner ustası ile girdiği diyalogu izlediğimde şöyle düşündüm: “Bu izlediğim video özenle seçilmiş, önü arkası kesilmiş bir video olabilir. Her ne kadar videoda izlediklerim sevimsiz olsa da valinin bir anlık boşluğuna, sinirine, dalgınlığına gelmiş olabilir. Videonun kamuoyuna servis edilen kısmından hemen sonra yaptığı hatayı anlamış, babacan bir tavırla dönerciye ilgili uyarıları yapmış olabilir. Dolayısıyla bu izlediğim video üzerinden herhangi bir tepki vermeyeyim.”

Öyle de yaptım. Videoda izlediğim şeye çok üzülmüş olsam da valiye bir iyi niyet payı bırakarak tabiri caizse “pas geçtim” izlediğim şeyi.

Hepimiz insanız günün sonunda. Bir stres, bir dalgınlık anı, hatta denetime gereğinden fazla değer yüklemek gibi gerekçelerle sebebiyet vermiş olabilirdi vali o görüntüye.

İş orada, o videoda kalmış olsaydı muhtemelen böyle bir yazı yazma gereği duymayacaktım. Valiye bir çentik atmanın dışında olayı zihnimde taşıyacak bir süreç de başlamamış olacaktı.

Fakat şöyle bir şey oldu. Vali, üç kez yenilediği, her üçü de gramer hataları ve anlatım bozuklukları ile dolu bir özür metni yayınladı. “Şahsımın bu hareketine şahsım olarak üzüldüm” gibi ne anlama geldiğini bilemediğimiz ifadelerle dolu bu özür metninin tek sorunu “Türkçe” olsaydı yine de bu yazıyı yazacak bir gerekçem olmayacaktı. Bir valinin, dahası büyük ihtimalle basın işlerine bakan birkaç memuru, bir iki danışmanı olan bir valinin meramını “Türkçe” olarak ifade edememesi her ne kadar “korkutucu bir gerçeklik” olarak orta yerde dursa da kendimi hiçbir zaman “Türkçe müfettişi” olarak görmediğim için bu hususu da görmezden gelecektim.

O yetersiz Türkçe’ye rağmen vali bey o metinde basitçe, doğrudan, amasız fakatsız “özür dilerim” yazmayı başarabilmiş olsaydı elimde yine bir yazı yazma gerekçesi olmayacaktı. “Eh, adam samimiyetle özür dilemiş” deyip geçecek, muhtemelen Ersin Tatar’ın Kıbrıs seçimini kazanması ile ilgili duyduğum coşkuyu kaleme alacaktım.

“Eh be birader, o değil, bu değil. Sen bu yazıyı niye yazdığını anlatana kadar yazının sonu gelecek” demeyin bana. Bu yazıyı hangi gerekçeyle yazdığımı anlatmak kadar, yazıyı kaleme alırken hangi gerekçelere başvurmadığımı da anlatmayı önemli buluyorum.

Yazıyı yazma gerekçem, o üç kez yenilenen metnin her üçüne de sızım sızım sızmış o kibirli dili. O gizlenemeyen enaniyet. O ifadelerin arkasına saklanmış “ulan bu iş de başımıza nereden geldi arkadaş?” rahatsızlığı. Dümdüz söylemek gerekirse “samimi bir pişmanlık” sergilemek yerine “ulan durduk yere yakalandık, Allah bu sosyal medyanın belasını versin” tavrını bastırmaya çalışıp “sirkatin” söylemek.

Mesela “yaşanan bu üzücü gelişmeyi nezaket ve tevazu ile telafi edeceğiz” cümlesindeki korkunç yaralayıcılık. Birinin kendinden bahsederken “nazik ve mütevazı” olduğunu vurgulama ihtiyacı duyması.

Mesela “işletmemiz vatandaşımıza hizmet vermeye devam ediyor” cümlesindeki korkunç yaralayıcılık. Demek ki bu video kamuoyuna sızmasa, vali, pekala açık kalmasına da hükmedebileceği bir işletmeyi “ferman buyurarak kapatabileceği” bir güç vehmediyordu kendinde.

Meselenin ek yeri şurasıdır.

Ben en çok başımızda böyle yöneticiler olmasın, “devletin demirden elini” yerli yersiz kullanmasınlar, vatandaşı olmadık yere kırıp dökmesinler, herhangi bir insan valilik binasına girerken kendini ezilmiş hissetmesin, derin bir bürokratik düzenek kurulmasın diye destek verdim, vermeye de devam ediyorum “yeni Türkiye” fikrine. Kemalist vesayet yerine, “oligarşik bürokrasi düzeni” yerine “vatandaşına açık erişim sağlayan bir Türkiye” fikrine inanıyorum. Türkçesi perişan, kibri Everest’te valilerle, bürokratlarla, memurlarla uğraşmak, boğuşmak, bu mücadeleyle vakit kaybetmek istesem “eski Türkiye” ile de idare ederdim.

Sayın valime tavsiyem şudur. Sayın valim; Refik Halit Karay, Mustafa Kutlu, Sabahattin Ali, Rasim Özdenören kitapları okumaya başlamalısınız. Böylelikle hem o berbat Türkçe’niz gelişir hem de insanı anlamak, ona özen göstermek, onu el üzerinde tutmak konusunda standart fikirleriniz olur. Böyle yaparsanız “yakalanacak” görüntülere sebebiyet vermeyeceğiniz için ne denli mütevazı ve nazik bir insan olduğunuzu ayrıca belirtme ihtiyacı da duymazsınız.

Bilmem, beni de kapatır mısınız?

#Denizli
#Vali
#Dönerci