Perde ve Mânâ

04:007/07/2020, Salı
G: 7/07/2020, Salı
İsmail Kılıçarslan

İbrahim Kalın’ın üretme azmine hayranım. Türkiye’nin en yoğun mesai gerektiren politik pozisyonlarından birini yürütmesine rağmen hem düşünce hem de müzik alanında üretmeye devam ediyor.Bunu, bir başka bağlamda Mahir Ünal ve Nabi Avcı ile de konuşmuştuk. Politikanın kalabalık dehlizleri içinde yapması gerekeni yaparken entelektüel ilgilerine devam edebilmek, dahası üretim ortaya koyabilmek epeyce meşakkatli bir mesele…Bu dengeyi çözmüş görünen İbrahim Kalın’ın son kitabı son bir haftadır elimde.

İbrahim Kalın’ın üretme azmine hayranım. Türkiye’nin en yoğun mesai gerektiren politik pozisyonlarından birini yürütmesine rağmen hem düşünce hem de müzik alanında üretmeye devam ediyor.

Bunu, bir başka bağlamda Mahir Ünal ve Nabi Avcı ile de konuşmuştuk. Politikanın kalabalık dehlizleri içinde yapması gerekeni yaparken entelektüel ilgilerine devam edebilmek, dahası üretim ortaya koyabilmek epeyce meşakkatli bir mesele…

Bu dengeyi çözmüş görünen İbrahim Kalın’ın son kitabı son bir haftadır elimde. Perde ve Mânâ ismini taşıyan ve İnsan Yayınları etiketiyle okuru selâmlayan kitabın alt başlığı “akıl üzerine bir tahlil.”

Kitabın önsözündeki bir cümle aslında kitabın niçin yazıldığının da şifresi gibi: “Aklı mutlaklaştırmadan ve önemsizleştirmeden büyük varlık dairesi içinde ait olduğu yere oturtmayı amaçlıyor.”

İslâm dünyasının “akıl” olgusuna karşı geliştirdiği son derece sağlıklı yaklaşım, yüzyıllar ilerledikçe kimi sorunlarla malul hale gelmiş ne yazık ki. Aklın sınırlarını “dosdoğru” bir yöntemle çizen İslâm düşünürleri ve felsefecilerinin bu birikimi iki sapmayla karşı karşıya kalmış. Birincisi aklın sınırlarını ve imkânlarını çekebildiği kadar geriye çeken “savunmacı sapma.” İkincisi ise akıl ile dini aynılaştırmaya çalışan “uyumcu sapma.”

Denebilir ki İbrahim Kalın, Perde ve Mânâ’da bir çeşit mayın temizliği yapıp hem savunmacı hem de uyumcu sapmayı işaret ederek akıl olgusu için bir ufuk çizgisi, bir “sağlam yaklaşım” işaretlemesi yapıyor.

Örneğin Kalın’ın şu tespitleri bu mayın temizliğinin önemli operasyonlarından biri: “Müslümanların, çoğunlukla modern rasyonalizm ve Batı’ya yönelik aşağılık kompleksinin baskısı altında ‘İslâm’ın akıl ve mantık dini olduğunu’ söylerken kastettikleri şey, İslâm inancının beşerî akla indirgenebileceği değildir. Böyle bir iddia imanı, deneysel bir ifadeye veya mantıksal bir önermeye dönüştürmek anlamına gelir. İmanın, tanım gereği çıkarımsal aklın ötesine geçen bir boyuta sahip olması gerekir; aksi halde vahye ve peygamberlere gerek kalmazdı. Ancak çıkarımsal aklın ötesinde olmak, akla muhalif olmak anlamına gelmez. Bu daha ziyade, beşerî aklın bilişsel kabiliyetini aşan akıl-üstü olmak anlamına gelir.”

“Her şeyin akla uygun olması düpedüz çılgınlıktır” cümlesinde aklın beşerî akıl, çıkarımsal akıl olduğu su götürmez. Fakat bu su götürmezlik “akletmenin” önünde bir engel teşkil etmeye başladığında da “savunmacı sapma”ya uğrar ve bu bizi “âlât ilmine” bile karşı çıkma yobazlığına ulaştırır. Korkunç bir sıkışma yaşadığımız yer burasıdır.

Bugün, İslâm medeniyetinin durduğu, İslâm bilim üretiminin sona erdiği gibi tezler öne sürerek “medeniyet-bilim” üretimini bir çeşit müzeye indirgeyen anlayış, bu savunmacı anlayıştır. Söz gelimi Aziz Sancar’ın, Selçuk Bayraktar’ın, Gülzar Haydar’ın, Ömer Türker’in, Seyyid Hüseyin Nasr’ın üretmeye devam ettiği bilim, kültür ve teknolojiyi “İslâm aklının doğal üretimleri” olarak kodlamak yerine “rastlantısal” ve “İslâm’dan ayrı” olarak ele almak içine düştüğümüz bir çıkışsızlıktır. Bu üretimleri desteklemenin önüne de engeldir. “Üretemiyoruz azizim, üretemiyoruz” sızlanması yerine “üretimi desteklememiz gerekir” cümlesine ilerlemek lazım gelir. Dahası “İslâm düşüncesi” kavramına bile “İslâm bir düşünce biçimi değildir” aptallığıyla karşı çıkan adamların kanaat önderi sayılması tehlikesi az tehlike değildir.

Dolayısıyla İbrahim Kalın’ın Perde ve Mânâ’da ortaya koyduğu “sağlam yaklaşım” bu bakımdan çok kıymetlidir. Akla tapınan ya da aklı yok sayan, böyle yaparak da ifrat ve tefrit çukurlarından birini doldurmaktan başkaca işe yaramayan yaklaşımları “yok hükmünde” kabul edip bu sağlam yaklaşıma ilerlemek “çıkışın nerede olduğuna” dair bir yol da gösterecektir bize.

Kalın, tam da şöyle işaretliyor bu yolu: “Bu nedenle, insan olmanın anlamını geri kazanmak için insanın ‘düşünen bir varlık’ (hayvan-ı nâtık), yani gören, duyan, dinleyen, karşılaşan, cevap veren, tepki gösteren, tefekkür eden, seven, koruyan, beşerî aklın diğer eylemlerini yerine getiren ve parçası olduğu büyük gerçeklik vizyonunu asla kaybetmeyen bir varlık olarak yeni bir akıl kavramına ihtiyacı vardır. Böyle bir geri kazanım elbette mümkündür ancak bunun için bugün kullandığımız temel kavram ve değerlerin yeniden değerlendirilmesi gerekiyor.”

Bu arada bu meseleyi derinleştirecek ve meseleyi öncesiyle de ele alan bir eserin haberini vermiş olayım. Ketebe Yayınları’ndan yayımlanacak Ömer Türker imzalı “İslâm Düşünce Gelenekleri” kitabını da bu sütunlarda değerlendiririz nasipse.

#​İbrahim Kalın
#Ketebe Yayınları
#Aziz Sancar