Aslında bugün Hatay’da mezar taşlarını kırıp üzerine “Geleceğiz! Biz İslam devletiyiz” yazan tuhaflıkla ilgili de yazmak istiyordum ama sonra dedim ki kendi kendime: “Bu tuhaflığı ortadan kaldırmanın yegâne yolu olan Kuzey İslamı dediğimiz meseleyi övmeye başladığında da bu sefer Türklüğünü Müslümanlığı ile bir türlü eşitleyememiş, Türklüğünü Müslümanlığa bir türlü içkin hale getirememiş adamların el ovuşturmaları hoşuna gitmeyecek.”
Fakat ne gam! Yine de diyeceğimi demiş olayım. Biz Türkler “kendimize mahsus bir din kültürü” oluşturmayı başardığımız için aslında o olgunun adı Kuzey İslamı. Ne ki dinin kültür üretmeden varlığını ‘berrak’ şekilde devam ettirmeyeceğini biliyoruz da “kültürün dine dâhil bir şey olmadığını, dinin yerine ikame edilemeyeceğini” bir türlü anlamıyoruz. Bu, uzun süredir beklemiş konserve kavanozu kapağı gibi sıkışmış meseleyi açmayı ve aşmayı başarabilirsek cidden önümüzde bir otoban olduğunu görebileceğiz. Din kültürünün ürettiği irfanı ötelemeden ve fakat irfanı din yerine koymadan bir denge tutturmak. Maturidiliğin dünyaya kattığı esas derinliğin burada olduğunu, fakat bu derinliğin artık flulaştığını düşünüyorum. Yeni bir “parlatma”nın da ancak kolektif bir bilinç ile mümkün olabileceğini öngörüyorum.
Uzattım, hatta belki de tadını kaçırdım.
Aslında bugün yazacağım mesele de yukarıdaki satırlardan bağımsız değil. Doğa da tıpkı din gibi üzerinden kültür oluşturmaya çok müsait bir zemin oluşturmuş insanlık tarihi boyunca… 16 ve 17. yüzyılda pastoral yazarların aynı zamanda bitkileri incelemek, kelebek toplamak gibi ilgileriyle zirveye ulaştırdıkları bu kültür, modernizmle birlikte yerini “biyoloji odaklı doğacılık” diyebileceğimiz bir olguya bırakmış görebildiğim kadarıyla.
“Doğa nedir?” sorusuna “Parçası olduğumuz şeydir” cevabı böylece yerini “Hem sahibi olduğumuz hem de fayda odaklı olarak ilişki kurabildiğimiz şeydir” cevabına bırakmış.
Ham bir şey söylediğimin fakındayım ama kadim insan tipolojisi hem dini hem doğayı “bir parçası olmak” üzerinden değerlendirmekle kayıtlı. İçinde yaşadığımız “sonsuz şimdi çağı”nda ise artık din de doğa da “hükmetme ve faydalanma” kavramları üzerinden sirayet ediyor modern insana.
Fakat… Bu “fakat”a bir mim koyalım ve başka bir yerden devam edelim.
Sadece takipçisi olduğum “doğal tarım” isimli çok katılımcılı bir sosyal iletişim grubundan bahsedeyim size. Kadim insanın varoluşun ilk anından beri kurduğu doğal ilişki üzerinden doğayla ilişkilenmek isteyen bu güzide insan topluluğu, uzak atalarına bir saygı duruşu gibi “doğa ile doğanın parçası olmak” üzerinden bir etkileşim kurmanın peşinde. Üstelik ne “diyalektik/doğacı anarşistler” gibi tepkisel bir yerden ne de “organik tarımcılar” gibi ticari bir yerden konuşuyorlar. Kendi döngülerine yetecek yaşamsal ihtiyaçlarını doğayla uyum içerisinde sağlamanın derdindeler. Doğayı zehirlemek, tek çeşit ürün ekerek ticaret yapmak, börtü-böceği öldürmek, ürün verimliliğini genetik müdahalelerle artırmak gibi “hükmedici” tavırların hiçbirine prim vermeden “toprağın verdiğine razı olmak” üzerinden nefis bir düzlem geliştiriyorlar.
Geldik mi meselenin ek yerine? Geldik.
Efendiler! Bize, tıpkı doğal tarımcıların geliştirdiği yaklaşıma benzer bir yaklaşımla “toprağın verdiğine razı” bir din dili gerekiyor. Bunun peşine düşecek, ticari kaygılardan ve tepkisel davranışlardan uzak kolektif bir bilinç gerekiyor. Dine “faydalanma alanı” yahut “iktidar alanı” gibi bakmak yerine “parçası olduğumuz mesele” olarak bakabilecek bir yaklaşım gerekiyor.
Dini zehirlemeden, tek çeşit din satarak ticaret yapmadan, kenarı-köşeyi ademiyete mahkûm etmeden, dine genetik müdahalelere tevessül etmeden geliştirilecek bir “doğal din dili.”
Aksi takdirde mezar taşlarımızı kıracaklar. Aksi takdirde kurban ibadetimizi “dogmatik özgürlük söylemi”ne kurban edecekler. Aksi takdirde “organik din” yavesiyle bize kimyasal zehir yedirecekler.
Topyekûn bir değişikliğe ihtiyaç var. Ve “Kuzey İslamına doğal tarım tekniklerini uygulamak”tan başka çıkış yolu görünmüyor önümüzde. Üzümün değil toprağın peşine… Kültürün değil dinin peşine… Toprak olmazsa üzümün, din olmazsa kültürün olmayacağını, olamayacağını bilerek…
Belki buradan devam ederiz…
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.