Kızamık şekeri yahut iki İsmail’den biri

04:0026/05/2019, Pazar
G: 26/05/2019, Pazar
İsmail Kılıçarslan

Eskiden kolay ölünürdü. Zatürreden, tifodan, “iskorpitten”, sıtmadan, veremden…Arabada Bektaşi deyişleri dinleyerek yolculuk ettiğimiz dostumla ben, kolayca ölünen zamanlarda büyümüş son çocuklardık. İstanbul iftarını etmiş, teravihten çıkmış, sahura doğru akıyordu ağır ağır. İki dostun, tam da olması gerektiği gibi, dertleşerek ilerlediği güzel bir İstanbul gecesiydi.O yokuşa geldik. Dostum dedi ki “Fukara mahallemizde araba namına hiçbir şey olmadığı için annem beni sırtında 3 saat taşıyarak getirmişti

Eskiden kolay ölünürdü. Zatürreden, tifodan, “iskorpitten”, sıtmadan, veremden…

Arabada Bektaşi deyişleri dinleyerek yolculuk ettiğimiz dostumla ben, kolayca ölünen zamanlarda büyümüş son çocuklardık. İstanbul iftarını etmiş, teravihten çıkmış, sahura doğru akıyordu ağır ağır. İki dostun, tam da olması gerektiği gibi, dertleşerek ilerlediği güzel bir İstanbul gecesiydi.


O yokuşa geldik. Dostum dedi ki “Fukara mahallemizde araba namına hiçbir şey olmadığı için annem beni sırtında 3 saat taşıyarak getirmişti hastaneye. İşte şurada, yokuşun tam ortasında ‘yoruldum yavrum, az bir soluklanayım’ dediydi. Soluklana soluklana büyüttü bizi annelerimiz.”

Zaten bildiğim, zaten yaşadığım pek çok öyküden biriydi anlattığı. Yine de, “belki henüz anlatmak istedikleri vardır” diye düşünerek sordum. “Kaç yaşındaydın abi?”

Biraz düşündü. Zihnini yokladı: “6,5 yaşındaydım. İsmail öleli 6 ay olmuştu.”

Aramıza bir ölü kardeş girivermişti usulca. Susmakla, anlatması için bir ara soru daha sormak arasındaki sarkaca tutundum bir süre. “İsmail neden öldü abi?” diye sordum sonra.

“Kızamıktan” dedi, “eskiden kızamıktan insan ölürdü. İlaç milaç yok ki. Kızamık şekeri alırsın aktardan. Onu kaynatır içirirsin. Hepsi oydu.”

Hepsi oydu. En azından “bazılarımız” için hepsi oydu.

1971 doğumluydu dostum. Yani o altı yaşındayken öldüyse İsmail, senelerden 1977 idi. Bana “ölür bu” dedikleri sene yani.

Annem beni kucağına alıp köye gitmiş o yaz. Tarlada tabanda babasına yardımı dokunacak. Ayçiçeğinin, buğdayın, nohutun harmanı olacak.

Sabahtan kalkılıp tarlaya gidilirmiş. Annem beni sırtına sıkıca sarar, öğlene kadar sırtında gezdirir, öğlen karnımı doyurup bir gölgeliğe yatırırmış.

Gölgelik dememe bakmayın. Ankara’nın bozkırında ağacı kim bulmuş da biz kaybedelim? Varsa ufarak bir kaysı, vişne falan onun altına… Yoksa yere üç çubuk çatıp üzerine bürgü koyup ilkel bir cibinlik yaparak.

Kızamık olmuşum ben o yaz. Dostumun İsmail’i gibi… “Ölür bu” demişler.

Bunu bir kez söylemiştim. Yine söyleyeyim: Eskiden kolay ölünürdü.

Ateşim düşmemiş, lekeler artmış. “Ölür bu” demişler tekrar.

Size bu “ölür bu” kalıbını nasıl anlatsam bilmem ki? Anadolu köylüsü, ahırdaki danasına, ağıldaki kuzusuna, kümesteki tavuğuna söylediği kayıtsızlıkla söyler bu cümleyi: “Ölür bu.” 60 yıl komşuluk ettiği dostuna, kırk yıl kocalık ettiği karısına, onu büyüten babasına, kundaktaki torununa bakıp verir hükmü: “Ölür bu.”

Annem sımsıkı sarılmış bana. “Ölecekse Ankara’da ölsün benim bebem” diyerek düşmüş yola.

Sami Ulus Hastanesi’ne götürmüşler beni. “Ölecek mi?” diye sorarak teslim etmişler doktora.

Ölmemişim.

Niye ölmediğimi anlamam içinse 42 sene geçmesi gerekmiş aradan. Gücü her şeye yeten Yüce Rabbimiz o yaz “iki İsmail’den biri kalsın” demiş bence; “biri kalsın ki o yokuştan geçerken kardeşini hatırlayan o kulum İsmaillerin geride kalanına bakıp ‘şükür, adı İsmail olan bir kardeşim daha var işte’ desin.”

Eskiden kolay ölünürdü. Zatürreden, tifodan, “iskorpitten”, sıtmadan, veremden… Eskiden dost kolay bulunurdu. Kardeş bulmaksa hep zordu. “Kardeşlikle hayatta kalmak” ise en zoruydu.

O yokuştan öylece inerken, o yaz biri ölen, biri ölmeyen iki İsmail’den biri olarak dostuma dönüp mahcubiyetle “kabul edersen ben kalmışım geride abi” dediğim de doğrudur böylece.

#İstanbul
#Kızamık
#İsmail
#Ölüm
#Kardeşlik