“Uyumadıysan aşağıda, salondayım, kemanınla gelir misin?”
Odanın dâhili telefonunu kapattığında “gelirim tabii” deyip demediğini çoktan unutmuştu. “Demek o gün bugünmüş” diye düşünmekten alamadı kendini. Sahnede giydiği gömleğe gitti eli. Nedense vazgeçti bundan. Boğazlı, giydiğinde kendisini 70’li yılların Sadri Alışık’ına benzeten o kazağını geçirdi sırtına. Kemanla birlikte ney’i de aldı yanına.
Şimdi önünde yürümesi gereken uzun bir koridor, sonrasında onu 8 kat aşağıya indirecek bir asansör yolculuğu vardı. “Uzun” diye mırıldandı. “Beklediğim kadar uzun.”
Konser vasat geçmişti. Yazlık yer neticede. Duyuru doğru düzgün yapılamayınca bin beş yüz kişi alan açık hava tiyatrosunun yarısı anca dolmuştu. Yine de programı kısaltmamışlardı lakin Aysel’in aklı başka yerde gibiydi. Her zamanki gibi parlatmadı sesini, kendini çok yormadan indi sahneden. Yine de büyük alkış aldı tabii, her zamanki gibi. Zaten değil şarkı söylemek, sahnede “sahrada cevelana çıkmış marallar” gibi iki salınsa yıkardı ortalığı alkıştan.
Uzun, çok uzun bir geçmişleri vardı. Soranlara, “on seneyi devirdik ama daha bir yüz sene ömrüm olsa çalarım Aysel Hanım’ın arkasında” diye cevap verirdi.
Şimdi Allah için Aysel de “bu işleri sen biliyorsun” diyerek müzisyenlerin seçimi dâhil tüm işleri ona bırakmıştı. Üstelik kâh “şefim” diyerek kâh “gerçek bir üstat” diyerek “ayrıca” alkışlatırdı her konserde. Hele şarkı arası “Hicazkâr taksim” geçerken seyirciye arkasını dönüp gözlerini gözlerine mıhlayarak hülyalı hülyalı bakışları yok muydu?
Zaten hep o hülyalı bakışlar yüzünden… Sahnede, o büyülü anlardan birinde, akıvermişti gönlü öylece ve sessizce. Tam beş yıl önce. Ve hayır, tek bir söz etmemiş, tek bir imada bulunmamıştı. Lakin son bir yıldır “konuşmanın, açılmanın vaktidir” kararındaydı. Doğru an’ı, doğru zamanı kolluyor, ama o zaman hiç gelmiyordu.
O telefon çalana kadar işte. Telefonu açıp da Aysel’in kadifeden narin sesi ahizeye, oradan da kulağına doluverdiğinde tam olarak doğru anda, doğru zamanda olduğunu hissetmişti. Sırat köprüsü geçilecekse o gece geçilecekti işte. Ötesi yoktu.
Asansörden inmeden önce aynaya baktı bir an. Yaşlı mıydı? Hayır. Saçlarına düşen aklar yüzündendi. Yoksa daha kırk beşine bile gelmemişti.
Otelin balo salonundaki masalardan birinde değil de, canlı müzik yapılan sahne yükseltisinde otururken buldu Aysel’i. Başkaca hiç kimse yoktu.
“Geldin mi Necdet?” dedi Aysel. Necdet “geldim” manasına kafasını sallarken çok mutluydu çünkü korktuğu olmamış, sarhoş bulmamıştı Aysel’i. Altı yıl önce bitmişti o işlerin hepsi.
Ne yapacağını bilemedi bir an Necdet. Sonra en içgüdüsel alışkanlığına sığınarak ney’i çıkardı kabından. Yükseltiye oturup başka, bambaşka bir perdeden hicazkâr bir açışa başladı. Aysel, her zamanki gibi gözlerini Necdet’in gözlerine mıhlayarak dinledi taksimi.
Aysel, “her gece sahnede isyan isyan diye böğürmekten bunaldım. ‘Beni sana bağlayan gözlerinin rengidir’i geçelim mi?” dedi. Necdet, yerleştirdi kemanı omzuna. Şarkıya birlikte girdiler: “Beni sana bağlayan gözlerinin rengidir / Ah o gözler ne enfes bir şiir ahengidir.”
Şarkı bitince Necdet nefesini toplayıp ağzını açacakken Aysel fısıldar gibi bir sesle “Murat aradı bugün. Kaç zamandır arıyor zaten. Ben değiştim, bana bir şans daha ver, altı yıl oldu sürgündeyim diyor” deyiverdi.
“Üzer seni yine, ama söz veririm ben üzmem” diyebildi Necdet.
Dünyanın en uzun süren sessizliği oldu. Aysel, elini uzattı gülümseyerek, hatta gülerek. “Sen beni üzer misin hiç, biricik şefimsin sen benim” dedikten sonra küçücük bir makas aldı Necdet’in yanağından.
Hikâye orada, o makasla bitti işte. Necdet’in Aysel için çaldığı son şarkı “Beni sana bağlayan gözlerinin rengidir” oldu.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.