Anlatılmamış hikâyesi tabii. Çünkü anlatılsa, gereğinin yapılması gerekecek. İnsanlık, gereğini yapma konusunda hep kulağının üzerine yattığından anlatılmamış.
Hasan şimdi 32 yaşındadır. Bin yılı aşkındır Türk yurdu olan Güney Türkistan’da, geçit vermez dağların arasında baş bulmuş bir plato olan Hulm’da doğmuştur. Bahar gelende görmelisiniz Hulm’u ki sarı nece sarıymış, yeşil nece yeşilmiş anlayasanız. Kış gelende görmelisiniz Hulm’u ki bir dağ nasıl bir canavara dönüşür de geçit vermez olur bilesiniz. Hulm’dan burnunuzun dikine az biraz yürüseniz Ceyhun, az daha yürüseniz Özbekistan’ın Tirmiz’i. Yahut sağa yürüyeyim derseniz öz öteniz Tacikistan. Sola yürüyeyim derseniz Türkmenistan.
Hasan’ın doğduğu yılda, yani 87’de Afganistanlı mücahitlerin Rusları yeneceği yavaş yavaş belli olmuştur. Rusları yendiler de ne oldu sanki? Rus gider ABD gelir, bu sarp coğrafyanın imtihanına yeni bir imtihan eklenir.
Hasan, az serpilip ilk gençliğe doğru adım atanda bir değil, iki değil, onlarca silahlı grubun içine kalıverir. Amerika bir yandan, silahlanmış aşiretler bir yandan, adı Afgan ordusu olan komedi birliği bir yandan, Taliban bir yandan, Kaide bir yandan derken zaten bin yıldır kemik çatırdatan bu coğrafya iyice cendereye dönüşür ki ihtimal iki, sonuç tektir: Ya silah kuşanıp bekleyeceksin ölümü, ya silaha davranmayıp bekleyeceksin ölümü.
Babasının üç hanımından olma yirmi kardeşin sekizi toprağa girende… Kimin kurşunuyla öldükleri de belli değildir yani. Taliban mı vurdu, aşiret mi sıktı, Amerika mı infaz etti? Hasan hepsini birer birer toprağa koymuştur işte.
“Burada ölümü bekleyeceğine ata yurduna, Özbekistan’a mı gitsen oğul” demiş babası ama “muhtaç-ı himmet bir dede, nerde gayrıya himmet ede” dediklerinin misali Özbekistan’da yokluk, yoksulluktan başkaca ne vardır? Hiç.
Hasan, Mezar-ı Şerif’i, Meymene’yi, Herat’ı geçer; Kohsan’dan nehir sıra yürüyüp İran’a atlar. Meşhed’de, Nişabur’da, Cam’da, Tebriz’de 3 yıl hayatta kalır. Ama sadece hayatta kalır işte. Aş-ekmek bulamayıp aç yattığı geceler, tok uyuduklarından misliyle fazladır.
Hulm’a mı dönse, İran’da mı kalsa diye düşünürken bir arkadaşı der ki “Türkiye’ye gidelim. Aşı ekmeği bereketli yerdir. Türk’ün yurdudur. Bir işin ucundan yapışsak olur.”
Hasan’ın Türkiye macerası “bir işin ucundan yapışsak” hayaliyle böylece başlar işte.
Van’a gelir. 6 aylık geçici kimlik kartı verirler. Yayan yapıldak, aç biilaç İstanbul’a, Zeytinburnu’na düşer Hasan. “Şuradan olurdu, buradan giderdi” derken bir Özbek kocası veriverir hükmü: “Hasan, sen arkadaşını da alıp çobanlığa başla; elinden gelen işi yap madem. Sana bir çobanlık ayarlayalım.”
“O iş”, Anadolu’nun uçsuz bucaksız bozkırında, adı bende saklı bir şehrin küçücük bir ilçesinde bulunur.
Hasan, yedi yıldır buradadır. Asgari ücretle çalışmakta, baktığı 80 kadar süt ineğinin olduğu mandıranın çoban evinde uyumaktadır. Parasının yarısını memleketteki babasına yollamakta, kalan yarının yarısını başlık parası için biriktirmekte, kalan yarının yarısını da düğün için saklamaktadır.
Geçici kimliğinin süresi çoktan dolmuştur. Sosyal güvencesi yoktur. Yedi yıldır memlekete dönmeden, mandıradan çıkmadan, tek bir gün halinden şikayet etmeden, kaçak olarak çalışmaktadır o Bozkır ilinde. Namazını usul usul kılıp Allah’ın her gününe, her nimetine şükretmektedir.
Soydaşımız, kardaşımız, dindaşımız mazlum Hasan’ı gönderelim mi Hulm’a?
Gönderelim. Gönderirsek huzur gelir memlekete, neşe gelir, zenginlik gelir belki. Hasan da vurulup düşen sekiz kardeşinin kaderini yaşasın diye, ailesinin sabi sübyan çaresizleri bir parça ekmeğe muhtaç olsun diye gönderelim.
Gönderelim tabii. Elimizde kalan son insanlık kırıntısını da vapurun kenarında uçan martılara atalım fakat. Olmaz mı?
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.