Bakmayın siz Cübbeli’yi falan karşısına alıp yayıla yayıla Allah kitap anlattırdığına. Fatih Altaylı 28 Şubat sürecinin hem cürufu hem de “hık deyicisi”dir. İnsana, o biricik varlığa karşı duyduğu yoğun sevgisizlik de bu adamın en belirgin vasfıdır.
28 Şubat’ın karanlık dehlizlerinin medyadaki en karanlık tiplerinden biridir Altaylı. Başörtülüleri “kolundan tuttuğu gibi karakola götürmek” istediğini yazabilmişti asker kıyafeti giymiş darbecilerin postallarını yaladığı dönemde.
Köprünün altından çok sular akınca “sivil, dayanılmaz bir yürek” taklidi yapmaya başladı tabii. Fakat bu türden “küçük faşistlerin” içlerindeki sevgisizlik bir sınıfsal sorun olarak patlama yapma itiyadındadır. Fırsatını buldukları anda cerahatlerini salıverirler ortaya.
“Bir sınıf sorunu” dedik değil mi? O halde o sınıfın tam adını verelim: “Küçük faşistler sınıfı.” Kendi varoluşları dışında varoluş tanımayan, kendi evrenleri dışındaki evrenlere bütünüyle kapalı, insanı sadece insan olduğu için sevmeyi, sevebilmeyi bir türlü başaramayan aptal küçük faşistler sınıfı.
Bu sınıf, hayatın her alanında, her meslek grubunda çıkar karşımıza. Eğitimli-eğitimsiz, zengin-fakir, genç-yaşlı, kadın-erkek ayırmaksızın varlardır ve korkunçturlar.
94’te yakılıp küle döndürülen köylerin yakılmasını, 98’de asker kıyafeti giymiş darbecilerin yaptığı zulümleri aynı rahatlıkla savunurlar, savunabilirler. “Kendilerinden aşağıda olduklarını düşündükleri” herkes için dileyebildikleri tek şey cehennemdir. “Kendilerinden yukarıda olduklarını düşündükleri” herkes için kullanabildikleri tek organ dilleridir.
Fatih Altaylı, ekranda “nasıl olsa benden aşağıdalar” diye düşündüğü Suriyeliler için toplumu kin ve nefrete sürüklerken tam da o sınıfsal sorun olan sevgisizliği, tam da hayatı boyunca bir kez bile “yaratılanı hoş gör Yaratan’dan ötürü” diyemeyen o küçük faşisti gördüm. Bir kez, sadece bir kez “yaratılıştan kaynaklanan bir üstünlüğü olmadığını” düşünse, düşünebilse belki de “hoş gör yahu” deyip rahatlatacak bünyeyi. Benimki de laf. 28 Şubat’ta annemizi, bacımızı, eşimizi kolundan tuttuğu gibi karakola götürme fantezisi geliştiren adam, hayat-memat meselesi yüzünden ülkemize sığınmak zorunda kalan Suriyeliyi mi ezmeyecek? Olabilir mi böyle bir şey? O sevgisizlik adamın yakasını bırakır mı?
Altaylı o günkü sevgisizliği, toplumu kin ve nefrete sevk etmesi yüzünden epeyce tepki toplamış olmalı ki bugünkü yazısında “inceden bir dönüş” yapmayı deniyor. Acıklı bir girişim.
Ne diyor bakalım yazısında: “Bayramda gidip memleketinde tatil yapabiliyorsan, demek ki senin için tehlikeli değil. Bu bir. Gittiysen kalacaksın. İki, zorunluluktan bu ülkeye sığındıysan başımızın üstünde yerin var ama bu ülkenin kurallarına uyacaksın. Benim vatandaşıma üstünlük kurmayacaksın, benim vatandaşımın haklarını gasp etmeyeceksin.
Ama asıl derdim bu süreci yönetenle, yönetenlerle. Senin politik hatalarından dolayı ülkeme gelen bu insanlara kendi vatandaşından daha fazla hak tanımayacaksın, bu ülkenin hukuk değilse bile kanun devleti olduğunu, yasaların herkes için geçerli olduğunu göstereceksin. Vatandaşından esirgediğin hizmeti onlara sağlamayacaksın.”
Elbette bunların tamamı, ama tamamı yalan. Önce şu “bayramda gidebiliyorsan” yalanından başlayalım. Esed, bayram günleri “şehirleri havadan bombalamadığı” yalandan ateşkesler ilan ediyor malum. Yine de bayramda memleketine giden Suriyeliler, kelimenin tam anlamıyla “kelle koltukta” gidiyorlar sevdiklerini görmeye zira Esed denen pislik, bayram mayram da dinlemeden verdiği sözü tutmuyor genelde.
Sonra da şu “zorunluluktan bu ülkeye sığındıysan başımızın üstünde yerin var ama bu ülkenin kurallarına uyacaksın. Benim vatandaşıma üstünlük kurmayacaksın, benim vatandaşımın haklarını gasp etmeyeceksin” sefaletine bakalım. Malum, sığınmacılar hukuki olarak bu ülkenin kurallarına uymak zorunda değil. Statüleri uluslararası hukuk tarafından belirleniyor. Uymaları gereken kurallar da. Aslında tam da bu yüzden “son derece kısıtlı bir alanları” da var. Misal şehirden şehire izin alarak gitmek zorundalar vd. Üstelik sığınmacılar kimsenin hakkını gasp ediyor da değiller. Yamyam patronların dibine kadar sömürdüğü Türk, Kürt, Suriyeli yoksullar kimsenin hakkını gasp etmeye güç yetirebilecek insanlar değiller zira. “Evinde sosyal güvencesiz hizmetçi çalıştıran” adamlara bunu anlatabilmek epeyce zor ama yine de deneyelim. Küçük faşistlerin oluşturduğu cehennem atmosferinde hayatta kalmaya çalışıyorlar sadece.
Gelelim üçüncü ve en büyük yalana: “…bu insanlara kendi vatandaşından daha fazla hak tanımayacaksın, bu ülkenin hukuk değilse bile kanun devleti olduğunu, yasaların herkes için geçerli olduğunu göstereceksin. Vatandaşından esirgediğin hizmeti onlara sağlamayacaksın.”
“Lafı yuvarlayayım, vatansever taklidi yapayım, suret-i haktan görüneyim, vaziyeti kurtarayım” diye yuvarlanmış, hiçbir yanı, hiçbir kelimesi, hiçbir harfi doğru olmayan bir zırıltı, bir palavralar yığını bu cümleler. Tamamı yalan. Başı, ortası, sonu, kökü, gövdesi yalan.
Yerim bitiyor. O halde bir tavsiye ile bitireyim. Sayın Altaylı, böyle ince manevralara başvurmak yerine insan sevmeyi denemelisin. Göreceksin, her şey daha güzel olacak.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.