Bir mendil hikâyesi

04:0017/05/2020, Pazar
G: 17/05/2020, Pazar
İsmail Kılıçarslan

Her seferinde o türkünün “al mendil sende kalsın / sakla koynunda kalsın / ben murad alamadım / mendilim murad alsın” dediği yere gelince üzerime çöken o sessizliğin nedenini sadece ben biliyorum. Kendimden korkuma kendime bile anlatmadım aslında o meseleyi. Aradan neredeyse 30 yıl geçti… O mendildeki yaradan incecik kan sızmaya devam ediyor hala.Bak yukarıda Allah var, Talat abi semtin en yakışıklı delikanlısı, Seher abla da en güzel kızıydı. Hani semtin bütün delikanlılarını yan yana dizseniz

Her seferinde o türkünün “al mendil sende kalsın / sakla koynunda kalsın / ben murad alamadım / mendilim murad alsın” dediği yere gelince üzerime çöken o sessizliğin nedenini sadece ben biliyorum. Kendimden korkuma kendime bile anlatmadım aslında o meseleyi. Aradan neredeyse 30 yıl geçti… O mendildeki yaradan incecik kan sızmaya devam ediyor hala.

Bak yukarıda Allah var, Talat abi semtin en yakışıklı delikanlısı, Seher abla da en güzel kızıydı. Hani semtin bütün delikanlılarını yan yana dizseniz sırım gibi boyuyla, geniş omuzlarıyla, yağız esmerliğiyle, biçimli burnuyla Talat abi “bir dakika beyler” deyip sıyrılıveririrdi aralarından. Seher abla da aşağı kalmazdı hani. Boyunu posunu, kaşını gözünü gören istese de istemese de “maşallah” derdi.

Bak inancın olsun, hani sütte leke olurdu da ne Talat abide, ne Seher ablada leke olmazdı. Efendilikse efendilik, terbiyeyse terbiye, nezaketse nezaket…

Zaten o efendilikleri yüzünden açılamadılar birbirlerine uzun süre.

Seher abla, çeyizine işlediği danteller için ip almaya tuhafiyeye giderken yahut arkadaşı Nazmiye ablayla iki yarenlik etmeye geçerken Talat abi sanki biraz daha uzun bakarsa Seher abla ortasından kırılacak bir porselen vazoymuş gibi kısacık bakardı ona. O bakışı bir ben bilirdim. “Yaş on iki dert elli iki” dedikleri çağdaydım ve semtteki cümle aşıkların bilcümle halleri evelallahın izniyle benden sorulurdu.

Semtteki bütün abilerle bütün ablaların istihbarat subayıydım. Bakkalın önünde çekirdek çitlerken beni bulup seslerini kısarak “şu Bülent’in sevgilisi var mı, sen bilirsin” diye soran ablalara da; okulun arsasında dilimiz dışarda maç ettikten sonra nefesimin düzelmesini bile beklemeden başımı iki okşayıp “oğlum şu aşağıdaki sokakta bir Duygu var ya, onun bir dalga dümeni var mı lan?” diye soran abilere de imkanı yok yalan demezdim. Bildiğimi usulünce söyler, ödül falan beklemez, “eyvallah”ı çeker giderdim. Bir istihbarat subayı kolay yetişmiyordu çünkü.

Talat abiyle Seher ablanın aralarındaki lafları da ben taşıdım haliyle. İlkin Talat abi sordu. Ben de Seher ablaya gidip “Talat abi seni sordu abla” dedim yekten. Seher abla, yanakları böyle al al “soran da haber getiren de sağ olsun” deyince dedim ki kendi kendime “esas film şimdi başlıyor.”

Ama nasıl güzel aşık olmuşlardı birbirlerine biliyor musunuz? Öyle de değil böyle de değil.

Allah’ın her günü olmasa da iki güne bir garanti birinden diğerine bir mektup uçurmaya başladım.

Diyeceksiniz ki “e o kadar mektuplaştılar madem, bunlar bir pastanede, efendime söyleyeyim bir sinemada buluşmadılar mı birader?” Yok. Töbeneüzü buluşmadılar. Ne Talat abi “buluşalım” dedi ne Seher abla “beni bir yere çıkar” diye haber saldı. Öyle çeşitlerden değildi ikisi de. “Tertemiz” kelimesi bu ikisinin aşkını görse “eksik kaldım” der de insan içine çıkamazdı.

İki yıl mektuplaştılar da yalnızca bir tek kez görüştüler. Talat abinin celbi gelip de askere gideceği kesinleşince Yeşim Pastanesi’nde buluştular. Ben de oradaydım üstelik.

O günün sabahı “benim erkek kardeşim yok, annenden izin al da beraber gidelim” deyince çarnaçar düştüm Seher ablanın peşine. Yalnız yol yordam bilen çocuğuz. Usulünce indirdim pastaneye Seher ablayı. Talat abi çoktan gelmiş tabii. Limonatayı iki dikişte bitirdim. Masada beş, bilemedin on dakika oturup “şu karşıki parkta az işim var, gelirim bir saate” deyip fıydım. Seher abla “gitmeseydin” dese de kulak asar mıyım? Filmin devamına karar verecekleri zaman o zaman yani. Ne işi var benim gibi kara kuru bir figüranın o masada?

Bir buçuk saat sonra “yeterdir herhalde” deyip pastaneye döndüm ama az erken olmuş yine de. “Az erken” geldiğim için görmüş oldum yani. Seher abla kenarı “adama yakışır işlemeli” bir mendil verdi Talat abiye. Çok güzel mendildi be.

O mendili cenazede tekrar gördüm. Talat abinin garip anası mendili kah göğsüne bastırıyor, kah kokluyor, durmadan “ah Talatım, mürüvvetini göremeden mi şehit ettiler seni kuzum. Tuzağa mı düşürdü kahpenin enikleri?” diye inliyordu.

Bir hafta on gün sonra Talat abinin anasından “ben onu sahibine vereyim mi Döne ana?” diyerek aldım da Seher ablaya götürdüm mendili.

Ne zaman o türküyü dinlesem yahut kenarı “adamı yakışır işlemeli” bir mendil görsem “ah ulan dünya, sen de yalansın” dedim ben yıllarca. Sen de yalansın be.

#Hikaye
#Pastane
#Mendil