Biliyorum. İran gündemde, Amerika’daki saçma sapan dava gündemde, akdi nikah/kavli nikah işi yine gündemde, üstüne gündemi meşgul eden pek fazla şey de var; zaten ben de bunun için bekletiyordum bir zamandır bu yazıyı. Ama “gelip geçen gündem”in esiri olmak, esas gündeme, esaslı gündeme dair sözümüzü alıyor elinizden. Günlerin Köpüğü gibi geçip gidiyor her şey.
Bir zamandır düşündüğüm şey şudur: Türkiye giderek ideolojik yönelimlerin, politik ön kabullerin, köklü sosyolojik ayrımların ülkesi olmaktan çıkıyor ve giderek “diğeri” ile aramızdaki ayrımı ve/veya birlikteliği sadece “duruş” kelimesi izah ediyor. İdeolojik yönelimi, politik ön kabulü, sosyolojik yeri neresi olursa olsun temel meselelerdeki duruşu yüzünden yol yürüdüğümüz ve/veya yol ayrımına geldiğimiz pek çok insan ve topluluk söz konusu.
Hadi biraz sert söyleyeyim ve geçeyim. Düne kadar ideolojik yönelimim ve politik ön kabullerim yüzünden “her şartta yol yürürüm” dediğim bazı çevrelerle yol yürümeyi içime sindiremememde de, “hiç yol yürümem” dediğim bazı çevreleri de “yol alınır” olarak tanımlamam da hep bu “duruş” kelimesi yüzünden. Türkiye’nin bağımsızlığını, onurlu yürüyüşünü, güzel seferini desteklemek ve/veya desteklememek belirliyor bu duruşu.
Sosyolojik olarak hal durum böyle olunca “gri alan”ın da yeniden ve en başından tanımlanması gerekiyor elbette. “Gri alan” evet. Beyazın ve siyahın net şekilde tanımlanmasının ardından elimizde kalan “yaşam alanı” yani…
Türkiye’de bu alan, son beş yılda gelişen olaylar yüzünden zaman zaman çok daraldı zaman zaman da çok genişledi. Oysa sağlıklı “gri alan”lar, sert şekilde hareketlenmezler. Sert şekilde daralıp genişlemezler. Güncele esir düşmezler.
Hadi şunu da şöylece söyleyelim: Diğeri ile iletişimin, etkileşimin, empati kurabilme yeteneğinin yüksek olduğu durumlarda “gri alan” sağlıklı şekilde ilerleyebilir. Ancak bugün Türkiye’de iletişimin, etkileşimin, empatinin değil sertliğin, kapalılığın, antipati biriktirmenin hükümferma olduğunu görüyoruz ne yazık ki. Bırakın farklı sosyolojik kesimler arası iletişimi, aynı sosyolojik kesimlerin içinde bile büyük kavgaların ve antipatilerin biriktiği tuhaf bir dönemden geçiyoruz.
“Buna engel olacak şey nedir?” diye sorulduğunda vereceğim cevap “Amerika’yı yeniden keşfedelim” yani “iletişimi artıralım” cevabıdır.
Hadi kanalı birazcık değiştirelim.
Babıali ve Cağaloğlu düne kadar Türkiye’deki kültür-edebiyat ortamının kalbinin attığı ana merkezdi. “Düne kadar” diyorum, zira İstanbulların çok iyi bildiği gibi Cağaloğlu’nun bu merkeziliği bir süredir ölüm döşeğinde. Semt, büyük bir yatakhaneye dönüşmüş durumda. Turizm rantı, beklenildiği üzere kültür-edebiyatı dövüyor. Her yer otel ve restoran olmuş durumda. Köklü yayınevleri ve kitapçılar birer ikişer terk ediyor Cağaloğlu’nu. Yeni ve güzel girişimler de var elbette ama yeterli değil.
Bir kültür-edebiyat merkezi olarak Cağaloğlu’nu kaybetmemek için yapılması gereken şeylerden biri, belki de birincisi bu güzel semti kültür-edebiyat bakımından yeniden bir mahfil haline getirmek.
İşte “Yazarlar Sokağı” fikri tam buradan hareketle arkasında durmamız gereken bir fikir. Sokağındaki kafelerde kültürün ve edebiyatın kalbinin attığı, bolca “alan kitapçısı”nın kendine yer bulduğu, yurt dışından gelecek ve İstanbul-Türkiye odaklı kitap-yazı üretecek yazarların konuk edildiği 2-3 yazar evinin bulunduğu, sokaktaki binalarda butik yayınevlerine ve daha da önemlisi Türk edebiyatının kıymetli yazarlarına ofislerin tahsis edildiği bir sokak. Gri alanın sağlıklı şekilde ilerlemesine olanak sağlayacak; Anadolu’yu İstanbul’la; edebiyat çevrelerini diğer edebiyat çevreleriyle; yazarları da okurla, diğer yazarlarla, uluslararası isimlerle buluşturacak bir merkez. İletişim ve etkileşim meselesini yeniden hayatımızın ortasına doğru çekecek bir “özel alan.”
Yazarlar Sokağı’nın ortaya çıkaracağı bereket saymakla bitmez. Anadolu’dan gelen yetenekli edebiyatçıların “merkez” ile temas noktası olması bile yeter. Dünyaca ünlü bir yazarın bu sokaktaki yazar evinde kalarak içinden “İstanbul” geçen bir kitap yazması bile yeter.
Bunu kim yapar peki? Elbette Kültür Bakanlığı’mız yapar. Sayın Numan Kurtulmuş, bu işin hayata geçmesine öncülük edebilecek en doğru isim olur. Bu iş için İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden de Fatih Belediyesi’nden de yardım alınabilir üstelik. İki kurumun da destek vereceğine inancım vardır. Yeter ki bunun “gelip geçici gündem”e inat; esas, hakiki, değişmez bir gündem olduğu fikrine kani olunsun. Böyle bir oluşumu hayata geçirmek için yeterli kaynak elbette bir şekilde bulunur.
Bu çağrıyı böylelikle buraya bırakmış olayım. Yarının Türkiye’si için “motor güç” mesabesinde olabilecek bu girişim günün birinde hayata geçerse “benim de bir küçük katkım olmuştu” deyip sevinirim.
Ayrıca, yazının girişi ile finali arasındaki ilişkiyi gören “duruş sahipleri”ne de selam olsun. Ne yapacaksa onlar yapacak bu güzelim memleket için.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.