Bereketli bir mimari tartışma

04:0031/01/2021, Pazar
G: 31/01/2021, Pazar
İsmail Kılıçarslan

“Şehir duyarcılığı” isimli bir meslek olduğuna kaniyim. Bu mesleğe gönül verenler genellikle “aman da şehirlerimiz ne kadar kötü oldu, ne kadar da düzensiz ve plansız buralar” şeklinde ah vah eden mimarlar ile onların rüzgârına kapılan okumuş taifeden çıkıyor. Okumuş taifeye sözüm yok. Neticede belli belirsiz ve menfaatsiz bir bilinçle konuşuyorlar. Oysa çok az kısmı hariç mimarlar “yahu bu çizdiğim proje şehrin gelişimine uygun değil, plansızlığı artırmayayım” diye düşünmüyor. Çizip çizip geçiyorlar.

“Şehir duyarcılığı” isimli bir meslek olduğuna kaniyim. Bu mesleğe gönül verenler genellikle “aman da şehirlerimiz ne kadar kötü oldu, ne kadar da düzensiz ve plansız buralar” şeklinde ah vah eden mimarlar ile onların rüzgârına kapılan okumuş taifeden çıkıyor. Okumuş taifeye sözüm yok. Neticede belli belirsiz ve menfaatsiz bir bilinçle konuşuyorlar. Oysa çok az kısmı hariç mimarlar “yahu bu çizdiğim proje şehrin gelişimine uygun değil, plansızlığı artırmayayım” diye düşünmüyor. Çizip çizip geçiyorlar. Paralarını da alıyorlar. Ardından da “ne kadar da bozuldu şehir” diye ağıtlar yakıyorlar. Eh be abi. Sen bozdun ya şehri. Sen çizdin ya projeyi.

Misalen Mimarlar Odası dediğimiz ne idüğü belirsiz kurum bir yandan Türkiye’nin en kalburüstü ve çirkin projelerini çizen bir yandan da “plansız gelişiyoruz efendim” tatavası yapan insanlardan müteşekkil ağırlıklı olarak. Gidin bakın en çirkin binalara, en olmadık sitelere, en yapılmayacak işlere, altında bu koca koca adamların imzalarını bulacaksınız. “Ticaret ayrı, duyarlılık ayrı” dedikleri bir çeşit laiklik içerisindeler.

Bu noktadan hareketle, sosyal medyada Çevre Şehircilik Bakanlığı’nın baraj yapımı neticesi olarak Konya Bozkır’da iskân edeceği 428 aile için yaptığı yeni yerleşimin yerden yere vurulduğunu görünce “hah” dedim kendi kendime, “yine bulmuşlar bir şey, tepiniyorlar üzerinde.”

Açık konuşmak gerekirse fotoğrafta gördüğüm evlere bayıldım. Bir katı atölye, iki katı şahane yaşam alanı üç katlı evlerdi çünkü bunlar. Geleneksel Türk mimarisine de büyük oranda “selam çakan” evlerdi. Hani Allah nasip etse öyle bir evde yaşamak isterim. Dahası, iskân edilecek aileler için oluşturulacak mahallede her şey düşünülmüştü. Her ev bir dönüm arsaya kurulu… İskân edilecek ailelere sekiz on dönüm civarı tarımsal arazi verilmiş. İnsanların hayvancılıkla çok işi olmadığı için küçük küçük ahırlar tahsis edilmiş. Mahallede iki okul, cami, sağlık ocağı, dükkânlar, pazar yeri ve diğer sosyal alanlar da inşa edilecekmiş.

Buraya kadar benim açımdan sıfır sıkıntı. Bakanlığın eline sağlık... Güzel proje.

Fakat… İşte o fakat kısmında “az sayıda mimar” sınıfına giren birinci sınıf mimar arkadaşlarım bana ulaştılar ve son derece bereketli bir tartışmanın içerisinde buldum kendimi.

Önce Emin Selçuk Taşar Hoca ulaştı. Dedi ki “İsmail abi, bu rasyonalist planlı şehri beğenmiş olamazsın. Bir örnek evlerden oluşan ve yeknesak yerleşimli bu mahalle geleneksel Türk mimarisinin “rastlantısal ve kendi içerisinde bütünlüklü” yaklaşımı yerine çoktan terkedilmiş rasyonalist şehir planı üzerinden inşa ediliyor. Bu olmaz. Nerede kaldı “ufki şehir” fikrimiz? Nerede kaldı ‘Türk mahallesi’ fikrimiz?”

Dedim ki “Emin baba, evleri baraj altı kalan köylülerin kimine 100, kimine 300, kimine 75 metrekare ev verirsen kavga çıkmaz mı? Niza olmaz mı? Evleri bir örnek yapmadan olur mu?”

Bu soruma cevap bir başka birinci sınıf mimardan, İbrahim Yiğit’ten geldi. Dedi ki “abicim, köylülerle konuşulurdu, o iş her türlü halledilebilirdi. Ufki şehir yaklaşımına uygun bir proje daha yakışıklı daha güzel olurdu oraya. Rasyonel planlamalı mahalle nedir Allah aşkına? Dünyanın terk ettiği bir yaklaşım bu…”

Bir başka birinci sınıf mimar dostum Celaleddin Çelik de meseleye sosyal medyadan dâhil olup “burada şiir yazamazsın abi, burada hikâye yazamazsın” dedi.

İşte böyle. Benim oldukça “bereketli” bulduğum bu tartışmadan siz de haberdar olasınız istedim. Bu tartışmanın sonunda elde ettiğim sonuçlar ise şöyle benim açımdan.

Sıkışık örgülü, rastlantısal, sürprizli küçük meydanlara açılan, hem merkezini hem dayanak noktasını hem de kerterizini caminin ya da mescidin belirlediği “ufki” Türk mahalleleri ile yeknesak rasyonalist planlı yerleşimler arasındaki mücadeleyi ben “zihnen” kaybetmişim.

Şu değil. Yanlış anlaşılmasın. Bu projede evler güzel, sosyal donatı alanları eksiksiz, insanların her ihtiyacı düşünülmüş. Bence proje hala güzel yani… Ne var ki tatlı rastlantısallıklarla, evleri tek örnek olmaktan çıkararak, merkez noktasını doğru belirleyerek ortaya konabilecek bir proje güzel olmaktan çıkıp harika olabilirdi. O fırsat kaçırılmış.

Ve bana da bir hisse: İnsanın işinde çok iyi mimar dostları olacak velhasıl.

#Şehir
#İnsan
#Proje