Ali Hocam

04:0015/11/2020, Pazar
G: 15/11/2020, Pazar
İsmail Kılıçarslan

1980’lerin Türkiye’si, başka hiçbir dönemle kıyas edilemeyecek kadar ilginçti. 80 ihtilali ile başlayan dönem, Özal’ın liberal ve kapitalizme yanlayan politikaları ile çeşitlenmiş, ‘modern dünyaya uyum sağlamak’ ilkesi olanca gücü ile dolaşıma girmişti.Adına ister İslamcılık, ister mütedeyyin kesim, ister dindar insanlar deyin, sonuç değişmez. O sosyoloji 80’lerde bir taraftan ‘modern dünyaya uyum’ teklifini gözden geçirip kendilerine göre yorumluyorlar, bir taraftan da ülkedeki ‘serbestlik havası’nı

1980’lerin Türkiye’si, başka hiçbir dönemle kıyas edilemeyecek kadar ilginçti. 80 ihtilali ile başlayan dönem, Özal’ın liberal ve kapitalizme yanlayan politikaları ile çeşitlenmiş, ‘modern dünyaya uyum sağlamak’ ilkesi olanca gücü ile dolaşıma girmişti.

Adına ister İslamcılık, ister mütedeyyin kesim, ister dindar insanlar deyin, sonuç değişmez. O sosyoloji 80’lerde bir taraftan ‘modern dünyaya uyum’ teklifini gözden geçirip kendilerine göre yorumluyorlar, bir taraftan da ülkedeki ‘serbestlik havası’nı doğru değerlendirmeye çabalayarak özgün bir dindarlık modeli geliştirmenin peşine düşüyorlardı.

1986 yılında ortaokula başladığım Muradiye Koleji, 80’lerdeki dindar kesimin keskin bir özeti gibiydi. Kütüphanesi, bilgisayar ve fen laboratuvarları, spor salonu, modern İngilizce öğretme yöntemleri falan derken Muradiye ‘başarılı bir okul modeli’ olarak belirmişti.

Ali Çınar hoca, o yıllarda okulun tek din kültürü hocası idi ve neredeyse tamamı dindar ailelerden gelen çocuklara merhametin, şefkatin, diğerkâmlığın önemini vurgulayan bir müfredat anlatıyordu. Kendisi de bir sufi olan hoca, ‘tasavvuf terbiyesi’ dediğimiz bir güzellikler bütünüyle tanıştırıyordu bizi.

Sular seller gibi İngilizce konuşan, Türkiye’de doğru düzgün bilgisayar yokken programlama öğrenen ve böylelikle modern dünyaya uyumlanan biz çocuklara, değişmez, değişmesi teklif dahi edilemez hakikatleri letafetle, nezaketle, hilm ile öğreten adamın adıydı Ali Çınar.

Lisenin üzerinden yıllar geçmişti. Bir gün ‘ben din dersi öğretmeniniz Ali Çınar’ın oğluyum’ diyerek bir delikanlı geldi yanıma. Adı Selman’dı. Ali Hoca, “Ali’ye Selman olasın” dizesinden hareketle koymuştu belli ki adını.

Selman’la kardeş olmamız sadece 15 dakikamızı aldı. O gün bugün de o kardeşlik hukuku devam ediyor.

Babasının haberlerini hep Selman’dan aldım tabii. Hayatının son 15-20 yılını Azerbaycan’a nasıl vakfettığinin detaylarına öyle vakıf oldum.

Bir vakıflar vardır malum, bir o vakfı vakfeden vâkıflar vardır, bir de Ali Çınar Hoca gibi doğrudan ‘vakıf insan’ haline gelmiş muazzam adamlar vardır. Tabiri caizse Hoca, tırnaklarıyla kazıya kazıya, elleri nasır tuta tuta Azerbaycan’da bir yandan Allah’ı ve Resûlünü anlatmış insanlara, bir yandan da ilime talip öğrencilerin yetişmesine öncülük etmiş.

Kolay mesele değildir hayatının 15-20 yılını bir meseleye vakfetmek. Zaten kolaya talip olsak bize ‘Müslüman’ demezler, orası da ayrı.

Geçenlerde bir kez daha yazmıştım, yine yazayım: “Ücretini yalnız Allah’tan bekleyen insanlar’ sayesinde dönüyor dünya. Ali Hocam öyle biriydi işte. Bir kolejde öğrenci yetiştirirken de, Azerbaycan’da Allah’ı anlatırken de karşılığını kuldan değil Rab’den bekledi hep.

Son ana kadar iyi haberini bekledik Hocanın, lakin bir cuma vakti görenlerin anlattığı kadarıyla yüzünde ona çok yakışan kocaman gülümsemesi ile emaneti sahibine teslim etti. Ve ne güzel bir baht ki ardından sadece rahmet dilendi, dua edildi... Hakkındaki bütün şahitlikler güzeldi.

Rahmet ola, sevenlerine sabırlar yağa gökten.

#Ali Çınar