15 Temmuz için bazı paragraflar

04:0014/07/2018, Cumartesi
G: 14/07/2018, Cumartesi
İsmail Kılıçarslan

Tam o anda, tam o esnada orada olmasaydım bunu ne kendime, ne ülkeme, ne de kızıma izah edebilirdim. “Peki, bütün bunlar olurken sen neredeydin baba?” sorusuna verecek bir cevabım olmasaydı bu cevapsızlık beni yer bitirirdi. Hayır, bir odada değildim. Hayır, evimin perdelerini sıkı sıkı kapatıp ışıkları söndürmek aklımın ucundan bile geçmedi. Hayır, bir televizyon ekranında bile değildim. Tam olmam gereken yerde, tam ölmem gereken yerdeydim. Sokaktaydım.Köprüdeydim. Bu muazzez milletin küçücük bir

Tam o anda, tam o esnada orada olmasaydım bunu ne kendime, ne ülkeme, ne de kızıma izah edebilirdim. “Peki, bütün bunlar olurken sen neredeydin baba?” sorusuna verecek bir cevabım olmasaydı bu cevapsızlık beni yer bitirirdi. Hayır, bir odada değildim. Hayır, evimin perdelerini sıkı sıkı kapatıp ışıkları söndürmek aklımın ucundan bile geçmedi. Hayır, bir televizyon ekranında bile değildim. Tam olmam gereken yerde, tam ölmem gereken yerdeydim. Sokaktaydım.



Köprüdeydim. Bu muazzez milletin küçücük bir parçası olarak zalimin tam karşısında hizalanmıştım. Olduğum yerde ölmek bana değil, sevdiğim bazı arkadaşlarıma nasip oldu. Ve evet, o gün orada olmak benim için elbette bir övünç kaynağı idi ama bununla övünmek asla aklımın ucundan geçmedi. Hele hele 16 Temmuz günü çektirdiği fotoğrafla “ben de meydandaydım” diyen o heriflerin, “darbeyi ben durdurdum” diyerek övünen o çapsızların yaptığını yapmayı çok ayıp kabul ettim. O yüzden beni onların değil, okey masasını bırakıp memleket kurtarmaya koşan dayıların, plastik terlik ve pazen etekle direnmeye gelen teyzelerin, zikir çekerek ölümü öldüren dervişlerin safına yazsınlar isterim. O safta yer almanın tadını bir kez alınca, sadece bir kez alınca meselenin aslında ne olduğunu bir daha gözden kaçırma şansınız yoktur, olamaz.

“Allah o gece korkuyu üzerimizden kaldırdı” cümlesi öyle boş beleş bir cümle değildir. O gece korku bu halktan, bu muazzez halktan korktu. Tankın, makineli tüfeğin, uçağın, helikopterin üzerine üzerine nasıl yürünürse öyle yürüdü bu muazzez halk o gece. Ta zamanın başından beri yayan yapıldak nasıl yürüyorsa öyle yürüdü. Ahırdaki davarını, çadırdaki avradını, obadaki evladını o yürüyüşle elde etmişti bu muazzez halk. O geceki yürüyüş ile de ahırdaki davarını, çadırdaki avradını, obadaki evladını korudu işte. Dişi ve kanıyla, eti ve canıyla korudu. Tekbir getirip öyle korudu. Elini asfalta bastırıp teyemmüm aldı da öyle korudu. İnşirahla korudu. Fetihle korudu. “Rabbi temmim bil hayr” dedi de öyle korudu. Ve bana öyle geldi ki değil asker kostümü giymiş teröristler, değil sümüklü mehdinin tüm sidikli müritleri, tüm Moğol ordusu at sırtında gelse söktürüp atardık o gece. Çünkü “bize vekil olarak Allah yeter” demiştik bir kez. Bir kez Allah’ı vekil edersen her işin asan olur çünkü.

Gecenin içinden yükselen o incecik sala sesiyle sarsıldığımı, daha doğrusu kendime geldiğimi iyice hatırlıyorum. O incecik ses büyüdü, büyüdü, büyüdü ve önce tüm İstanbul’u, ardından tüm memleketi, sonra da tüm kainatı kapladı sanki. O gece anladım ben “minarede ezan sesi” ne demek. “Allah göğümüzü ezansız bırakmasın” duasının önemini o gece idrak ettim. Ezan ve/veya sala sadece bir namaz çağrısı değildi bizim gibi topluluklar için. Bundan daha fazlasıydı. “Burası bizim yurdumuz” demekti. “Bu ezanların o minarelerden inmemesi için ölürüz” demekti böylece. O yüzdendir “baba ne güzel ezan okunuyor değil mi” diyen kızıma “bak kızım, nasıl büyürsen büyü, nasıl biri olursan ol, hangi yoldan gidersen git, bu ezanların bu minarelerden inmemesi temel meselen olsun” diye vasiyet edişim.

İdeoloji, parti, inanç, din, mahalle, mezhep... O gece bütün bunlardan çok daha fazla anlam ifade eden bir geceydi benim açımdan. O gece anladım ki şu kocaman ülkemizde üç buçuk çeşit insan grubu var. Birinci grup Türkiye’nin canına kast eden azgınlar grubu, ikinci grup şartlar ne olursa olsun Türkiye için elini taşın altına koymaktan çekinmeyenler grubu, üçüncü grup “ağzımızın tadı bozulmasın Ali Rıza bey, gelen ağam giden paşamdır. Bekleyelim, görelim” diyen grup. Buçuğu ise az çok tahmin edersiniz. “Dahil olmadığı, dahlinin olmadığı olaylardan kendisine kahramanlık pozları devşiren grup” diyeyim de anlayın işte.

Niğde’nin bir kasabasında kahraman şehidimiz Ömer Halisdemir’in mezar-ı şerifinin başında gözyaşlarıyla anladığım şey şudur: “Bizans’ta şer, Oğuz’da er tükenmez” diyen atalarımız öyle güzel, öyle ince bir imbikten geçirip söylemiştir ki bunu. Ölümü öldüren adama ne yapabilirsin ki?

Şimdi bana kızacak o abim. O yüzden kızmasın diye şifreli söyleyeceğim. Tıpkı sevgili kızının söylediği gibi abi; “keşke vatan kendisine sarılıp öpebileceğimiz bir şey olsaydı.” O halde şöyle diyelim mi: 15 Temmuz gecesi vatanımıza sarıldık, onu öptük ve kokusunu ta ciğerimize çektik. Bundan böyle bütün hikayemiz o kokunun peşinde ömür tüketmektir. Başkaca bir hikayenin peşine düşersek Allah bizi zelil etsin.

#15 Temmuz
#Şehit