Yüzündeki o büyük ışılamayı anarak

04:005/03/2023, Pazar
G: 5/03/2023, Pazar
İsmail Kılıçarslan

Ağzı kalabalık arkadaşımız Hüseyin’in kafesinde buluşmaya karar vermiştik. Aslında yadırgamıştım bu iki kızın benimle “sohbet etmek istiyoruz hocam sadece” diye buluşmak istemesini. Çünkü alışıldık bir durum değildi. Tabii ki tanışıyorduk, tabii ki birlikte işler yapmıştık ama müstakilen benimle “sohbet etmek istiyoruz” diyerek buluşmayı istemelerine yine de şaşırmıştım. “İş güç meseleleridir” diye geçirmiştim aklımdan. İşte akıl danışacaklar, yol haritalarına dair fikir alacaklar. İşlerinde atılım


Ağzı kalabalık arkadaşımız Hüseyin’in kafesinde buluşmaya karar vermiştik. Aslında yadırgamıştım bu iki kızın benimle “sohbet etmek istiyoruz hocam sadece” diye buluşmak istemesini. Çünkü alışıldık bir durum değildi. Tabii ki tanışıyorduk, tabii ki birlikte işler yapmıştık ama müstakilen benimle “sohbet etmek istiyoruz” diyerek buluşmayı istemelerine yine de şaşırmıştım. “İş güç meseleleridir” diye geçirmiştim aklımdan. İşte akıl danışacaklar, yol haritalarına dair fikir alacaklar. İşlerinde atılım yapmak istiyorlardı zira epeydir. Konuşmuştuk bunu.

Tabii ki, mutat olduğu üzere buluşmaya önce ben gitmiştim. Neredeyse kendisini haymatlos gibi hisseden, kaldığı yerde birkaç seneden fazla kalamayan Hüseyin’le kahve kitabı fikrini konuşmuştuk biraz. Bol resimli, kahvenin tarihi ve seneler içerisindeki dönüşümünü anlatan bir kitap olsun istiyordu Hüseyin. Ben, kahvenin emperyalizmle ilişkisini, oluşturduğu ekonomiyi ve benzeri şeyleri de anlatmasını arzu ediyordum. Hani bizim yayınevinin yayımlamayı isteyeceği türden bir kitap olsun istiyordum. Kitabın dili konusunda yardımcı olacağım sözünü vermiştim ona, bir de Amerikano sipariş etmiştim. “Biliyorsun değil mi abi, İkinci Dünya Savaşı’nda İtalya’ya giden Amerikan askerlerine ekspresso sert geldiği için İtalyan kahveciler bir ölçek kahveye iki ölçek su katarak vermişler bunlara kahveyi. O yüzden adı böyle. Yumuşak içim ekspresso aslında bu” falan diyerek anlatmaya başlamıştı. Demiştim ki “işte bu yüzden bu kitabı sen yazmalısın.”

O sıra gelmişti iki kız. Nasıl tarif etsem size bu kızları? O şehrin yerleşik ailelerinin hayalleri olan kızları desem. Eh, yaklaştık sayılır. İkisi de ayrı ayrı çok güzeller. İkisi de kendi işlerini yapıyorlar. Derya takı tasarlayıp satıyor, Melek de çocuklara drama atölyesi yapıyor.

Sağdan soldan, vardan yoktan, işten güçten konuşmuştuk. Sordular söylemiştim, sordum söylemiştiler.

Bir küçük an gelmişti sonra. Sıranın burada, ağzı kalabalık Hüseyin’in kafesinde buluşmamızın asıl nedenine geldiğini anladığım bir an. Melek, boğazını temizlemişti çaktırmadan. Sonra, önemsiz bir şeyden bahsediyormuş gibi “hocam, hani sizinle birlikte çalışan bir arkadaşınız var. Ahmet adı, o nasıl biri?” diye sormuştu.

Ben, bu oyunu bozmaya yanaşmamıştım. Önemsiz bir şeyden bahsediyormuş gibi cevap vermiştim: “Ahmet mi? Çok iyi biridir. İşinde çok başarılıdır. Karakteri de çok düzgündür.”

Melek, virajı oradan alamayacağını anlamıştı. “Nişanlıymış galiba, öyle duydum” demişti. “Yoo” olmuştu cevabım, “nişanlı değil. Hatta bildiğim kadarıyla kız arkadaşı falan da yok. Ama istiyor yani artık ciddi, düzgün birini bulup yuva kurmayı. Zaten belli bir yaşı geçtikten sonra insan, fıtratı gereği yuva kurmak ister bence. Gerçi insanlar artık bunu geciktirdikçe geciktiriyor ama fıtrata karşı koyulmaz.”

Lafın nereye gideceğini ilk kelimeden anlarsınız da aptal numarası yaparak tadını çıkarırsınız ya. O durumda yakalamıştım kendimi. Mesele açıktı. Melek, arkadaşı Derya adına benim yardımımı talep edecekti birazdan. Derya, soluğunu kesmiş, ağzımdan çıkan her harfe dikkat kesilmişti.

“Yani hayatında biri yok diyorsunuz hocam. Peki böyle biraz ketum biri midir? Duygularını rahatlıkla ifade eder mi?”

Tadını çıkarmaya kararlıydım anın. “Ketumdur” tabii demiştim, “birini tanımak, hele hayatına almak onun için büyük bir meseledir her zaman. İletişimini çok ağırdan alır. Çok kontrollü, insanlar tarafından üzülmeyi istemediği için çok güvenli alanda var olan bir çocuktur Ahmet.”

Melek, dayanamamıştı bu noktada. “Peki hocam, sizce Ahmet, Derya’yı beğenir mi?”

Yalandan utanmıştı Derya bu soru karşısında. Anlamıştım ki masada aşktan gayrısı yoktur ve bu uzak şehirde bu güzel kız, aşkın peşine düşmekten gayrısının derdinde değildir.

“Beğenir tabii” demiştim, “beğenir çünkü aşk gelicek cihana cümle eksikler biter.”

Derya, ilk kez konuşmuştu: “Aşk olsun hocam, eksiğim mi var benim?”

“Aşk olsun Derya, öyle bir şey mi söyledim ben?” diyerek gülümsemiştim. Işılamıştı yüzü.

Derya’nın cesedini, depremden beş gün sonra üzerine çöken kolonu güçlükle kaldırarak çıkardılar. Haberi bir akşamüzeri aldığımda “aşk olsun hocam” dediği geldi aklıma. Kuşların bile kaderle uçtuğu mavi gökyüzüne kaldırdım başımı. Bir ışılama aradım. Kocaman bir boşluk vardı sadece. Aşktan geriye o kocaman boşluk kalmıştı.

“Gün gelir ışılarsın sende hey koca gökyüzü” diye düşündüm, “ışılarsın çünkü hangi gece var ki sabah olmamış.”

#İsmail Kılıçarslan
#Edebiyat
#Sanat